28 Eylül 2013 Cumartesi
Fren Yerine Gaza Basmak
Bir otomobili kolaylıkla bir cinayet aletine dönüştürebilecek olan hatadır. Yaşam ile ölüm arasındaki o meşhur ince çizgi tamda bu iki pedalın arasından geçer. Bu iki pedalı karıştıran bir aptal sizi yada sevdiğiniz bir insanı aranızdan çekip alabilir. Bunu yaparken ben geliyorum demez, uyarmaz, uyaramaz... Siz burnumun dibindeki araç beni görüyor nasıl olsa dersiniz fakat birbirinizi görmemiz ne yazık ki her zaman kurtulmanız için yeterli olmayabilir.
Şüphesiz ki, asıl suç yeterince pratik yapmayan insanlara ehliyet verenlerdedir. Mesela ben ehliyetimi 5 dakikalık bir direksiyon testinin ardından aldım. Belgem var ama şu anda pratik yapmadan trafiğe çıkmam büyük ihtimalle bir facia ile sonuçlanacaktır. Yani kendim ve diğer insanlar için ciddi bir tehdit yaratıyorum:) Pedallara dönersek işte bu basit ve aptalca hatayı yapan insanların neredeyse tamamını yeterince deneyim kazanmadan trafiğe çıkan sürücüler oluşturuyor. Elbette burada kasıt yok, bunlar kaza, kazayı yapan insanda çok üzülüyor belki ama bu ortada aptalca bir hata olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Devlet ehliyeti kolay veriyor diye insan ezmek gerekmiyor, hele ki pratik yapılacak dünya kadar boş yer varken.
Sonuç olarak, bu kadar saçma bir sebeple hayata veda etmek trajikomik, Böyle bir olayla karşılaşmak korkunç, bu yüzden yakınlarımızı kaybetmek çok ama çok acı olsa gerek...
21 Eylül 2013 Cumartesi
Hafta Sonu Brunch Keyfi
Gidilen bir mekanda yemek yada sofra fotoğrafı çekmek gelenek haline geldi. Bir insan neden sofra fotoğrafı çekip paylaşır? Evet cevap basit çünkü ben buralara gidip bunları yiyorum diyebilmek mümkünse başkalarının dikkatini çekmek için. Bunun adı bazen tavsiye, bazen paylaşım olsa da bana göre bu tam anlamıyla salt görgüsüzlük. Bunu yapan arkadaşlarım yok mu tabii ki var:) İnsan hiç yediğiyle hava atar mı Allah aşkına. Eskilerin bir deyimi var; bana gezdiğini anlat, yediğin içtiğin sana kalsın.
Güzel Manzara = Yeni Bir Profil Resmi
Elbette manzarası güzel bir yerde oturmak çok daha keyiflidir fakat elinden cep telefonunu düşürmeyen ergenler ve kendini ergen hissedenler yanı başınızda dikilip size bu keyfi zehir edebilir. Kenardaki masalardan birindeyseniz bir çok insan sırayla masanızın yanına gelip fotoğraf çekilebilir. Sıkışık bir mekandaysanız ne oturduğunuzdan, nede konuştuğunuzdan bir şey anlarsınız. Akşam saatlerinde yüzünüzde peş peşe patlayan flaşlarla geçici körlük yaşayabilirsiniz. Geçenlerde yine böyle bir durumla karşılaştım. Dört gençten biri sırayla diğer üçünü, 4'ün 3'lü kombinasyonu olacak şekilde yarım saat boyunca fotoğraflandırdı. İyi bir profil fotoğraf yakalamak uğruna manzaranın tadını çıkartamadılar ne yazık ki.Çektiğimiz fotoğrafları hangi klasöre koyduğumuzu unutup, hard-diskimiz dolunca ilk olarak onları silmek yerine, güzel anları hafızamızda canlandırarak hatırlamak bazen çok daha güzeldir. Lakin anılarımızı başkalarına gösteremez, Facebook'ta paylaşamayız:) Oysa yaşayamadığımız anları saklamanın ne anlamı var ki.
Benzer bir durum için bkz. Anı ölümsüzleştirelim.
16 Eylül 2013 Pazartesi
Üzgünüm Charles, Korkarım ki Başaramayacağız
Elindeki kağıdı, izmariti şişeyi kısaca her türlü çöpü utanmadan sokağın ortasına fırlatanlar insanlar var. Artık sıkılmadan uyarıyorum. O attığın şeyi birilerinin topladığının farkındasın değil mi? Nasıl bir insan, bir başkasına kendi pisliğini temizlemeyi layık görür ki. Resmen utanç verici. Ben onun adına utanıyorum. Çok sevdiğim bir hocam söylemişti, Almancada başkası adına utanmak diye bir sözcük varmış "fremdschamen" ha işte ondan. Japonya'da ilk ve orta dereceli okullarda temizlik personeli yok. Öğrenciler kendi sınıfını, tuvaletini kendi temizliyor. Böylece bir algı, empati temizlik kültürü oluşuyor. Nasıl evde tuvalete girdikten sonra başkası gelip su dökmüyorsa, dışarıda da sıçıp savurmanın anlamı yok. Keşke öyle temiz bıraksak ki tuvaletleri, temizlemek için hiç kimse mesai harcamasa. Ortak kullanılan bir çok alanda maksimum pisliği nasıl yaratırım diye düşünenleri sıklıkla görüyorum. Bazılarını da iyi ki görmedim diyorum. Yurtta kaldığım dönemde arkadaşlar, lavaboya tüneyip sıçarken yakaladıkları bir çocuğu çok pis dövmüşler:)) Yalnız arkadaş olayı öyle heyecanlı anlatıyordu ki az daha olayın vehametini unutup gülmekten altımıza işeyecektik.
Herneyse temizlik işçilerinin yaptığı işin ne kadar ulvi olduğunu anlamayıp, onlara hak ettikleri saygıyı göstermediğimiz gibi onca horlanmaya, aşağılanmaya ve tacize rağmen aldırmadan işlerini yapmaları takdire şayan. Öte yandan insan türüne ait olduğunu iddia eden fakat elinde bunu kanıtlayacak çok az delili olan bir takım yaşam formları şunu diyor; peki çöpçü ne iş yapacak o zaman? Aklı sıra çöp atarak istihtam yaratıyor terbiyesiz. Merak ettiğim şey türünün 200.000 yıllık evriminde geldiği son nokta bu mu? Belki de o kadar eskiye gitmeye gerek yoktur, eğitim ailede başlıyordur belki. Diyelim ki başlamadı o zaman biraz düşün ve evrimin kaldığı yerden devam etsin.
Edit: Bienalde (Antrepo 3'te) bulunan bir video enstelasyonu New York'ta ki temizlik işçilerinin sıkıntılarını anlatıyor. Meğer, durum orada da benzer bir vaziyetteymiş...
12 Eylül 2013 Perşembe
Platin Meme Yapmış!
"Sistem yok". Bu cümleyi son yıllarda devlet dairelerinde, bankalarda, adliyede, hatta hastanelerde o kadar sık duyuyorum ki anlatamam. Devlet dairelerinin mottosu haline gelmiş. İnsanlar yeri geldi mi bir takım işlerini halletmek için kırk takla atıp iş yerlerinden güç bela izin alıyorlar, bilindiği üzere devlet daireleri hafta sonu kapalı:) Okulu olan, dersini aksatıyorlar vesaire. Lakin ortada iş yok. Neymiş efendim "sistem yok". Sonra tekrar izin al, aynı yere tekrar git, aynı saygısız, sevgisiz insanları tekrar gör.
Polis karakolundan ehliyetimi almaya birkaç sefer gittiğimi hatırlıyorum hemde randevuyla:) Bir polis memurunun verdiği bilgiye göre; Adalet Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve adını hatırlayamadığım bir bakanlık daha, hepsi tek bir sisteme bağlıymış ve herhangi birinde oluşan bir problem diğerlerini de etkiliyormuş. Çünkü herkes ortak bir havuza erişmeye çalışıyormuş falan filan. Çok mantıksızca geliyor ama bu iddia bu çok sık yaşanan sistem arızalarını açıklayabilir mi?
Konula ilgili bulduğum haber linkleri; Link1, Link2, Link3
Bu zamana kadar özel yada yabancı bankalarda pek sistem arızasına rastlamadım yalnızca kamusal sermayeli bankalarda (yaygın ismiyle devlet bankalarında) çok sık yaşanıyor bu durum. Öte yandan bazı küçük ölçekli kuruluşlarda yada birimlerde sistem arızası adı altında kafa izni yapıldığını düşünüyorum. Özel bankanın sistemi arızalanmamak zorunda çünkü her saniye müşteri ve dolayısıyla para kaybedebilir. Diğer türlü memur zaten devletten maaşını alıyor. Çok mu sıkıldın, o zaman hooop sistem yok! Oleyyy!
Biri çıkıp bana dese ki; -Beyefendi kusura bakmayın platin meme yapmış o yüzden sizinle ilgilenemiyoruz. Alnından öpücem vallahi. Biraz yaratıcı olun lütfen. Savunma bakanlığımızın sistemi neden arızalanmıyor, sistemi pamuk ipliğine bağlı bakanlıkların sistemleri Patagonya'daki sunuculara mı bağlı yoksa:)
Herşeyi geçtim hastanede sistem yok, daha sonra gelin demek nedir anlamıyorum. Arkadaşım yıl olmuş 2013 ben 15 yıl önce böyle sıkıntı yaşamıyordum. Hani 2000'lerde havalı kaykaylarla dolaşacaktık ortalıkta. Eskisi gibi bugün git yarın gel'ler daha samimiydi belki:) Şimdi sürekli arıza yapan bu sistemleri görünce, birisi çıksın bana teknolojik açıdan ilerlediğimizi anlatsın lütfen. Resmen şaka gibi. Dillere pelesenk olmuş "sistem yok" cümlesi. Hangi sistemi kullanıyosunuz windows 95 mi deyip dalga geçesim geliyor. Hayır sistem olunca çok çalışılıyor sanki. Savımı bir anektodla destekleyeyim o zaman;
Bir ay önce bir tamirat sırasında elimi kestim ve tetanoz aşımı yeniletmek için sağlık ocağına gittim. Sağlık ocağı deyince kimilerine garip gelebilir o da ayrı bir mevzu. Tamam bende hiç hoşlanmıyorum ama bu sene yalnızca kan grubumu öğrenmek için annemin tavsiyesiyle gittiğim özel bir hastane SSK indirimini düştükten sonra benden 65 lira isteyebiliyor. Bu cevaptan sonra espriler havada uçuştu tabiy ki. Ben dahil herkes çok eğlendi ama ben başka bir hastanede kanımın grubunu 5 liraya öğrendim. Demek ki maceraya lüzum yok deyip soluğu sağlık ocağında aldım. Aile hekimim izinde olduğu için başka bir doktora yönlendirdiler beni. O hafta diğer doktorlarda izindeymiş ve yalnızca 1 doktor varmış. oh lala! Bkz. Murphy Kanunları. Herneyse numara alıp öğlen paydosunun bitmesini bekledim. Öğle arasından sonra 1 kişi girdi, çıktı ama tık yok. Sıra ilerlemiyor. Kapının önünde kucağında bebek olan bir kadın soranlara içeride hasta olmadığını söyledi. Aradan 10 dakika geçti ve aynı soruya aynı cevap. Hemde içeride hasta olmadığı ekranda gözüktüğü halde. Tepem attı, kapıya bir kere vurup cevabı beklemeden içeri daldım. Doktor ayağı kalkıp hızlıca bana yöneldi elinde telefonu kem küm hayatım gibi birşey deyip aceleyle kapatıverdi. Bu kadar tedirgin olması haklılığımı kanıtlamış oldu. Kimsenin saygıda kusur etmemesi yada çok çekingen davranması birçok doktorun egosunu okşadığı için böyle bir baskın beklemiyordu:) Adam kasabanın şifacısı tribinde. Bu kadar insan toplanmış bekliyor aralarında yaşlılar bebeklerde var. Öğlen paydosu yeni bitmiş tek doktorsun ama nerede ettiğin yemin, laylay lom yapıyorsun. Detay vermiycem ama kendisine çok güzel bir ayar verdikten sonra teyzelerin beni bağrına basması sinirimi yatıştırmadı. Çünkü kendilerine hem kızıp hem üzüldüm. İnsanlar haklarını aramaktan sorgulamaktan çekiniyor, ayrıca bu durumu şikayet edecek daha yetkili birisi orada yok. Aradan birkaç hafta geçti kız kardeşim ilaç yazdıracak sıra bir türlü gelmiyor. Neyse sonunda sıra kardeşime geldi bende bizim dünya tatlısı doktora bir uğrayıp selam vereyim hemde o ilaç yazarken yokluğunda onu ne kadar özlediğimizden bahsedeyim dedim. Odaya girdiğimde cep telefonuyla konuşan doktor tam 20 dakika sonra masasındaki telefonun çalmasıyla cep telefonundaki sohbeti sonlandırmak zorunda kaldı. İlacı yazması ise 1,5 dakika sürdü. Ne özür, ne mahçubiyet salt pişkinlik dolu bir ifade. Yarın ilk işim her ikisini de şikayet etmek olacak. Bu muhtemelen bir işe yaramayacak ama olsun. Evet sistem yok belki ama bilgisayarlarda değil, insanların içinde başkalarına saygı, iş etiği ve en önemlisi kafalarında sistem yok!
8 Eylül 2013 Pazar
7 Eylül 2013 Cumartesi
Güzel ve Çirkin
Türk dil kurumu sözlüğüne göre çirkin kelimesi "göze yada kulağa hoş gelmeyen" anlamındaki sıfattır. Fakat kelimenin kendisi de kulağa hoş gelmiyor ve oldukça itici. İronik bir durum çünkü bana göre çirkin demek çirkin bir şey. İki ayna arasında sonsuz görüntü oluşması gibi bir durum.
Bu kelime hoşuma gitmediği için günlük hayatta hiç kullanmam. Nesnelerin dışında bu sıfatı insanlar için kullananlar da var. Kimsenin kendi fiziksel görünümünü doğarken seçme şansı yok elbette bu sebeple birine çirkin demek saygısızca ve adil olmayan bir davranış. Kaldı ki kişinin üzerindeki kıyafeti eleştirmeyi bile her zaman doğru bulmuyorum. Belki binde bir olasılık fakat zevksizlikle suçladığımız biri başkasının ona verdiği kıyafeti giyiyor da olabilir. Başka çaresi olmayabilir. Belki de gerçekten zevksizdir kime ne:) Öte yandan güzellik bir lutuf ama onunla övünmekte abesle iştigal.
Güzellik algısı kişiden kişiye değişir nihayetinde. Bazı arkadaşlarım kimi zaman etrafta gördükleri ve hiç tanımadıkları birinden bahsederken "Şu kız çok çirkinmiş" diyebiliyor. Allah'ın yarattığı (anlaşıldığı üzere yaradılış kavramına inanıyorum) bir insana hatta söz konusu başka bir canlı da olabilir, kendi güzellik anlayışımızın dışında olduğu için ona hoş olmayan sıfatlar takmak ve fiziksel görünüşüyle yargılamak çarpılmaya davetiye çıkartmaktan farksız. Belki o anda üzerinizde şimşekler çakmayabilir ama kesinlikle kötü karma getirir. Zamanın ne getireceği belli olmaz belki bizim başımıza da istenmeyen bir olay gelebilir yada kendi çocuğumuz için başkaları benzer şeyler düşünebilir. Elbette kimse bir başkasını sevmek yada beğenmek zorunda değil. İllede bir şey demen gerekirse çirkin yerine güzel değil dersin. Birine göre bir şey güzel değilse değildir, bunu da bu şekilde tanımlayabilir. Yanına gidip sen güzel değilsin diyecek hali yok:) Sayemde arkadaşlarımın bu kelimeyi lugatlarından silmesi iyi oldu.
Velhasıl kelam geçenlerde yolun diğer tarafına geçmek için arkama baktım. Aman yarebbim o da ne! Bu ne kadar çirkin bir otomobil. Şaka yapmıyorum cidden irkildim. Sanki küçük bir araba diğerini yutmaya çalışıyormuş gibi. Tövbe estağfurullah:) Çirkin dedim çünkü bu Allah vergisi bir durum değil bildiğimiz tasarımcının hıyarlığı. Metal ise metal, plastik ise plastik, kalitesi farklı olsada bütün arabalarda benzer malzemeler kullanılıyor. Yeni kalıplar hazırlanıyor. Peki neden bazıları çok kötü tasarımlara sahip anlamak çok zor. "Güzel değil" demiyorum çünkü özellikle bu şekilde tasarlanmış. Resmen gözlerim dağlansaydı da görmeseydim dedirtiyor. Tamam estetik algısı da bir miktar değişkendir lakin Fiat multipla'yı beğenene diyecek lafım yok:) Adını nereden mi öğrendim? Eve döndüğümde "ugly car" yazıp Gugılladım. Görsellerde çıkan ilk sonuçla Multipla'yı teşhis ettim:) Breaking Bad izleyenler bilir benzer bir durum Pontiac Aztek modeli için de geçerlidir. Bu araç bir suv ve coupe karışımı olarak yeni bir sınıf yarattı. Lakin bu araç hakkındaki efsaneye göre otomobilin ön ve arka taraflarını 2 farklı tasarımcı ayrı ayrı olarak tasarlamış. Pek inandırıcı bir hikaye değil ama bu yüzden bir tutarsızlık söz konusuymuş. Neticede Bmw'nin buradaki potansiyeli görmesi uzun sürmedi, anlaşılan pontiac'ı görmüş ve potu arttırmış. Bu artış iyi yada kötü bilinmez çünkü X6 hem en güzel hemde en itici arabalar listelerinde yer alan tek araç:)

Acaba arabayı kullanan adam bu aracı kendisi mi yapmış nasıl bir tasarım fiyaskosu falan derken dönüp dönüp baktım. Çünkü sıra dışı ve farklı bir şey gördüm. Ne yazık ki benim araba için yaptığım davranışın benzerini insanlara karşı yapıldığına şahit oluyorum. Birinin yüzünde kolunda bir yara yanık uzuv kaybı gibi fiziksel bir farklılığı varsa birçok insan onlara ucube muamelesi yapıyor. Dönüp dönüp bakmalar, pür dikkat kesilmeler beni bile çok rahatsız ediyor. Şimdi bu insana sokağa çık, hayata küsme, eve tıkılıp kalma demek empatiden ne kadar yoksun olduğumuzun bir ispatı gibi. O bakışların insanı nasıl delip geçtiğini anlamak için fiziksel bir farkımızın olmasına da gerek yok. O insanın davranışından, sıkıntısından kolayca anlaşılıyor. Sanki bir derde derman olacakmış gibi aval aval süzüyor adam, Bakma arkadaşım bok var sanki...
Bu onları görmezden gelmek demek değil elbette. Farklı birini görünce ona mutant muamelesi yapıp farklılığına dikkat kesilmek yerine konuştuğumuzda gözlerinin içine bakmaya çalışalım ve ona diğer insanlardan daha farklı davranmamaya gayret edelim. Öte yandan en ahmak insan tipi, birinin yanına gidip bu yara izi nasıl oldu? O kolundaki beyazlık ne? Yüzündeki yanık çocukken mi oldu? tarzında kendi meraklarını tatmin etmek için şereften yoksun sorular sorarak insanları üzen ve onlara kötü hatıralarını yeniden yaşatan organizmalardır. Onun derdine bir çare biliyorsan güzelce konuş anlat elbette. Çok yakınımdaki bir insan değilse kolu alçılı bir tanıdığıma bile ne olduğunu sormuyorum çünkü biliyorum ki aynı olayı benden önce onlarca kişiye anlatmış ve alçı çıkana kadar anlatmaya da devam edecek. Adamın kolu alçılı demek ki kırılmış işte. Geçmiş olsun de kendisi anlatmak isterse anlatsın.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)