20 Haziran 2014 Cuma


MODA Dediğin İstanbul'da Bir Semt Adıymış Meğer...

   Genel kanının aksine moda insanın kendisine yakışanı (yada yapışanı) giymesi değildir. Bu tanım ancak kişinin giyim zevkini ifade etmek için kullanılabilir. Tüketici için konuşursak, moda başka insanları taklit etme arzusudur. Diğer bir deyişle sürü psikolojisinin güzel bir örneğidir. Aslında çoğu zaman yeni trenleri çabucak benimseriz ama bazen kendimize hiç yakıştırmadığımız hatta normal şartlar altında hayatta giyilmeyecek bir kıyafeti yada aksesuarı sokakta 10 kişinin üzerinde yada magazin sayfalarındaki birkaç ünlünün üzerinde görünce insanlara cesaret geliyor belki de. Benzer tarzı tekrar etmek ise modaya uymak oluyor. Bu çoğu zaman absürt kıyafetleri ilk kez denemeye cesaret edenlere ise trendsetter (Modayı belirleyen kimse) deniyor.





   Modayı belirleyen asıl etken ise üreticidir. Zincir mağazalar genellikle yurt dışındaki trendleri takip eder, fason üreticilerde zincir mağazaları. Önce mağazalarda satışa sunulan yeni bir giysinin binlerce kopyası kısa süre sonra çarşı pazarı doldurur. Söz konusu kıyafeti ilk dalgada almayanların büyük çoğunluğu da zamanla başka insanların üzerinde görerek alışır ve dener. Satıldıkça daha çok üretilir, üretildikçe daha çok satar. İlk etapta göze hoş gelmeyen bir çok kıyafet yada aksesuar bile etrafta görüldükçe yani göz alıştıkça bir arzu nesnesi haline gelebilir. Sistem kendini beslemeye devam eder ta ki yeni bir trend ortaya çıkana kadar. 



   Trendleri belirleyen modacılar ya çok sade yada çok sıradışı giyinir çünkü her iki durumda da tarzlarına kimse laf edemez, kelin ilacı olsa kendi başına sürer diyemezsiniz yani:) Diğer taraftan hiç bir vasfı olmadığı halde yalnızca ana babası meşhur diye stil danışmanı olup, ünlü tasarımları taklit eden yada farklı parçalarını bir araya getirip, yeni koleksiyon yaptığını iddia edenlerde yok değil ama neyse... 

   TDK'ya göre moda kelimesi; "Belirli bir süre etkin olan toplumsal beğeni veya bir şeye karşı gösterilen aşırı düşkünlük." anlamına gelmektedir. Bu sebeple üreticiler her dönem yeni trendler oluşturmaya çalışır ki, kapitalizm çarkları daha rahat dönebilsin. Bir hevesle alıpta yüzüne bakmadığımız kim bilir kaç kıyafetimiz olmuştur? Öte yandan biz tüketiciler yalnızca satışa sunulan ürünler arasından seçim yapabiliyoruz. Tabi özel olarak diktirmiyor yada kendimiz dikmiyorsak:) Yine de mevcut ürünler arasından popüler olanları seçmek zorunda değiliz. Kendimize yakıştırmadığımız şeyi sırf başkaları giyiyor diye almanın ne anlamı var. Sonra eski fotoğraflara bakıp diyorlar ki; "Vay efendim 20 sene önce biz bunları nasıl giymişiz."  Sanki zorla giydirdiler taytı, tozluğu, vatkayı... Bahane de hazır " Ama o zaman herkes bunları giyiyordu."



   Giyim tarzı aynı zamanda bir çeşit statü sembolüdür. (Bkz. Ye kürküm ye) Şalvar giyene yukarıdan bakan metropol insanı bile önceki sene şalvar giymeden dışarı çıkmaz olmuştu. Birde pantalonlara servet harcayıp paçalarını daracık yaptıran erkekler var. Fabrika çıkışlı arabayı transformers'a çevirmek gibi. Böylesi güzel olsa zaten öyle üretilirdi. Buna rağmen fabrika çıkışlı olduğu halde gözlerin gördüğü en büyük işkencelerden biri olan kısa paça erkek pantolonları var. Malum zevkler ve zevksizlikler tartışılmaz elbette:)  Hatırlayın, kadınlardaki ekose şort modası neydi öyle, sokağa çıkmaya korkar olmuştuk. Velhasıl kelam şu son 200 yılın modasına  bakacak olursak, ortada bariz bir gerçek var ki, o da kıyafetin kapladığı yüzey alanı ve opasitesinin giderek azalıyor olması:) Sanırım bunun sebebi küresel ısınma olabilir:) 


   Öte yandan kumaş teknolojisindeki gelişmeler tarih boyunca modayı doğrudan etkilemiştir. Antik Yunan'da asalet sembolü olan ve deniz salyangozlarından elde edilen mor renk, ipek böceğinin kozasını ördüğü liften üretilen ipek kumaş, Levi Strauss 'un ilk önceleri madenciler için pamuk gibi yumuşak bir bitkiyiyi sert ve dayanıklı bir pantolona dönüştürerek devrim yaratan blue jean'i moda dünyasını etkileyen teknik gelişmelerden yalnızca birkaçıdır. Kadınlar için asıl büyük devrim ise Kimya devi Dupont'un 1939 yılındaki dünya fuarı için New York'ta tanıttığı Nylon (Naylon) olmuştur. Çorap formunu aldıktan sonra kadınların aklını başından alan bu polimer bir anda kadınların vazgeçilmezi haline gelmişti ta ki 1958'de Dupont bu kez vücudu saran esnek kumaşların üretilmesini sağlayan Lycra (likra) yı tanıtana dek. Ne yazık ki, Likralı kumaşların ülkemize gelişi o kadar kolay olmadı. 90'lı yıllarda halk arasında "füzo" denilen bir çeşit tayt ortaya çıkmıştı. Esnek olmayan kumaşlardan üretilen bu taytları gergin tutmak için topuğa geçirmek gerekirdi. Bu berbat giysi kadınlar arasında salgın gibi yayılıyordu. Sanırım erkeklerin köprüdeki intihar girişimleri de bu dönemde başlamıştı. Neyse ki bugün polimer teknolojisi geçmişte ki kötü anların izlerini silmeyi başardı ve taytların 20 yıllık elastikiyet özlemine son vererek kadınları daha sıkı sarıp sarmalar oldu. Dahası 2010'larda altın çağını yaşayan taytlar bir sonraki adım olan latex (suni deri) ve vinil pantolonlar için ortam hazırlamıştır. Yani ne kadar yapışkan o kadar iyi.



   En nihayetinde moda tekerrürden ibarettir. Bu demek oluyor ki, modası geçmiş fakat iyi durumda ki giysilerinizi ihtiyaç sahiplerine vermeyecek kadar bencilseniz onları çöpe atmayın zira bir gün mutlaka yeniden moda olacaklar. Günümüzde iç çamaşırından baş örtüsüne kadar her yerde kullanılan, yeter artık deyip, gördüğümüz yerde kafamızı duvarlara vurmak istediğimiz,  leopar deseninin Çatalhöyük'e uzanan 8 bin yıllık tarihi olduğu keşfedildi. Tayt orta çağ erkekleri arasında da çok popülerdi. Parmak arası terlik binlerce yıl sonra geri döndü. Malum, efsaneler ölmez Hey gidi hey! Önceki yıl tozluk gördü bu gözler, daha ne diyim:)