Çay; Dünyayı Değiştiren Garip Bir İçecek
6 bin yıllık geçmişi olan bira insanoğlunun en temel besinlerinden biri olan ekmekten bile önce ortaya çıkmış ardından orta çağın hastalık taşıyan sularını güvenle içilebilir hale getirmişti. Kahve coğrafi keşifler ile birlikte sömürgeciliği de hızlandırmıştı. Xocoatl ise çikolatanın atası olan kakaolu bir içecektir. İspanyollar kakao bitkisine sahip olmaya çalışırken getirdikleri hastalıklarla yüz binlerce Güney Amerikalıyı öldürmüş bazı medeniyetlerin ise sonunu getirmişti. Kola geride bıraktığımız yüzyılın ortalarında kapitalizmin simgesi oluvermiştir. Lakin bu içeceklerin hiçbiri insanlığın kaderini tayin etmekte çay kadar etkili olamadı. Elbette uğruna halen çatışmalar yapılan, yakın gelecekte savaşlara sebep olacağı düşünülen ve tüm içeceklerin hatta damarlarımızdaki kanın temelini oluşturan yaşamın kaynağı suyu saymıyoruz:))
Birçok önemli icat ve keşif gibi çayında tesadüf eseri keşfedildi söylenir. Rivayete göre Çin imparatoru Shen Yung birkaç çay yaprağının sıcak suya düşüşü gördüğü sırada takvim yaprakları MÖ. 2737'yi gösteriyormuş. Kısa sürede doğu kültürünün önemli bir parçası haline gelmiş. Öte yandan Avrupalıların bu gizemli içecek ile tanışmak için tam 40 asır beklemesi gerekmişti. Yüzlerce yıl kapılarını dış dünyaya kapatan Çin imparatorluğu Avrupalı tüccarların çaya olan ilgisine daha doğrusu gümüş paralarına daha fazla karşı koyamamış ve 16. yüzyılın ortalarında Avrupa'lı kaşifler Çin'den getirdikleri çay yaprakları ve demlikleri halka tanıtmıştı. Gittiği her yerde tiryakilik yaratan bu yeni içeceğin Avrupalılar tarafından da baş tacı edilmesi uzun sürmedi. İlerleyen zamanlarda Hollandalı koloniler bugün New York olarak bilinen New Amsterdam'da yeni kıtanın ilk çay tiryakileri olarak tarihe geçtiler.
Çay çılgınlığı bir türlü durmak bilmiyordu. Lakin İngilizler'in de çay karşılığında Çinlilere ödeyeceği para da giderek artıyordu. Bu sebeple Hindistan'ın güneyini kolonileştirdiler. Bu sırada Britanya egemenliği altında bulunan 13 amerikan kolonisi imparatorluğun baskıcı tutumdan ve artan vergilerden bunalmıştı. 16 Aralık 1773 günü Massachusetts'li bir tüccar olan Samuel Adams isyan bayrağını çekti ve halkı artan çay vergilerine karşı mücadele etmeye çağırdı. Kızılderili kıyafeti giyen 100 kadar koloni üyesi 3 saat içinde Doğu Hindistan şirketine ait 46 ton çayı Atlantiğin soğuk sularına döktü. Böylece "Boston Çay partisi" denilen bu olay bağımsız bir ülkenin temelini atan ilk kanlı isyan olarak tarih sayfasındaki yerini aldı. Aynı zamanda çayın soğuk suda demlenmediğini de görmüş oldular:)
3 yıllık mücadelenin ardından Samuel Adams 1776 yılında Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi'ne imza atarken kurucularından biri olduğu bu küçük koloni topluluğunun gelecekte dünyanın yeni hakimi olacağından habersizdi.
Hindistan'ı çay yüzünden kolonileştirenler bu kez Kuzey Amerika'yı çay yüzünden kaybetmişlerdi. Aradan geçen 150 yılın ardından Hindistan'da ortaya çıkan sıska bir adam bu kez Britanya'nın tuz vergisine karşı çıkmış ve sivil itaatsizliğin ilk örneğini sunarak şiddet kullanmadan 300 milyonluk bir milletin kaderini değiştirmişti. Başlattığı pasif direnişin ardından İngilizleri dize getirerek ülkesini özgürleştiren Mahatma Gandhi hapisten çıkınca İngiliz generalin kendisine ikram ettiği çaya tuz atarak "Boston Çay Partisi"ne gönderme yapmayı ihmal etmemiştir.
19. yüzyıla geri döndüğümüzde Çin'in toplam gelirinin %10'u Britanya'nın çay vergilerinden elde edilmekteydi. Ödemeyi gümüş ile yapan ingilizler'in gümüşlerini geri almak için onların da Çin'e bir şey satması gerekiyordu:) Sanayi devrimi ile iyice gaza gelmiş olsalar da Çin imparatoru paranın ülkesinde kalmasından memnundu. Fakat İngilizler tiryakilik yaratan başka bir şey buldu. Hindistan'dan kaçırılan afyon Britanya gemileriyle Çin'e götürüldü. 1839 yılına gelindiğinde 20 milyonu aşkın Çinli çoktan afyon bağımlısı olmuştu bile. Böylece Çin İmparatorluğu tarihinde ilk kez ihracatından fazla ithalat yapmış oldu.
Müdahale gecikmedi. İmparator 200 bin kasa afyonu imha etti ve afyon satmayı ölümle cezalandırdı. Tüccarlarına zalimce davranıldığını öğrenen Britanya aralarında dünyanın ilk demir gemisi Nemesis'in de bulunduğu donanmasını yola çıkarttı. Çin imparatorunun savaş tazminatı ve imha edilen afyon bedelini ödemesine razı olmasıyla 2 yıllık savaş nihayet sona erdi. 1942'de barış anlaşması imzaladılar. Buna göre 5 Çin limanı dış ticarete açılacak ayrıca Hong Kong adası Britanya'ya verilecekti. Neyse ki Hong Kong 55 yıl aradan sonra 1997'de yeniden Çin'e katıldı.
Çay partisi hareketi halen Amerikan ulusalcılığının simgesidir ve Amerikan siyasetine yön veren önemli bir organizasyon halini almıştır.
Türkiye'de Çay
Tüm Dünyanın çayı bağrına bastığı bu dönemde Türklerin vazgeçilmezi ise kahveydi. Fakat bu aşk daha fazla devam edemezdi zira Osmanlı'nın Arap yarımadasındaki topraklarını kaybetmesi aynı zamanda kahveyi de kaybetmesi anlamına geliyordu. Çayın kahveye alternatif olması gündeme geldi ve birçok yenilik gibi çay yetiştirme denemeleri de 2. Abdülhamit döneminde gerçekleşti. Farklı zamanlarda Çin'den, Japonya'dan Seylan'dan (Sri Lanka), Rusya'dan gelen tohumlar ile Türkiye'nin dört bir yanında çay tarımı denendi. Birçok başarısız denemenin ardından Doğu Karadeniz bölgesinin çay yetiştiriciliği için en uygun ortam olduğu tespit edildi ve 1947'de Rize'de ilk çay fabrikası kuruldu.
Çaya ısınmamız uzun sürmedi. Kolonyasını, dondurmasını bile yaptık. Kahvehanelerin ismi değişmedi ama en popüler içeceği artık kahve değil çay olmuştu. Çaylı geçen güzel yılların ardından bu ilginç bitki bu kez Türklerin kaderini tayin edecek zorlu bir sınavdan geçecekti. Tarih 26 Nisan 1986'yı gösterdiğinde Ukrayna'nın Kiev kenti yakınlarında bulunan Çernobil nükleer güç reaktörünün 4. ünitesinde korkunç bir kaza yaşandı. Reaktörden sızan radyoaktif parçacıklar kısa sürede havaya karıştı ve tüm Avrupayı etkisi altına aldı. Türkiye bu olaydan nispeten daha az etkilendiyse de radyoaktif bulutlar Doğu Karadeniz'e ulaşarak başta çay olmak üzere fındık ve tütün tarlalarına yağış bıraktı. 58.000 ton çay imha edildi ama küçük üreticiler çay paketlerinin tarihini değiştirip tonlarca çayı piyasaya sürdüler. Taek'in yaptığı ölçümlerde çayda radyoaktif kalıntıya rastlandı fakat dönemin Sanayi ve ticaret bakanı Cahit Aral "Biraz radyasyon iyidir." diyerek kameraların karşısında içtiği bir bardak çay bugün hala tartışılan bir krize yol açtı. Ardından Başbakan Turgut Özal "radyoaktif çay daha lezzetlidir", Cumhurbaşkanı Kenan Evren "radyasyon kemiklere yararlıdır" gibi talihsiz açıklamalar yaptı. Ne yazık ki bu acı olay yıllar sonra etkisini gösterecek ve özellikle Karadeniz bölgesinde yaşayan binlerce insan kansere yenik düşecekti.
Günümüzde kişi başı tüketim ortalaması yıllık 3 kilonun üzerinde bu da bizi çay tüketiminde dünya lideri yapıyor. Türkiye aynı zamanda en çok çay üreten 7. ülkedir. Ayrıca tüm dünyanın aksine çayı cam bardakta içmeyi daha çok tercih ediyoruz. Bilindiği üzere cam, seramiğe göre ısıyı daha uzun süre muhafaza etmekte.
Klişelerle Çay
Paşa Çayı; Osmanlı bürokratları iş yoğunluğu nedeniyle çayı hemen içemezlermiş ve çay soğurmuş. Zamanla soğuk içilen çaya paşa çayı denmeye başlamış.
Kıtlama; Özelikle Doğu Anadolu bölgesinde görülen bir çay içim tekniğidir. Önce şekerden bir parça kıtlanır ardından çaydan bir yudum alınır ama içilmez. Şeker ve çay ağızda harmanlanak tüketilir. Ne yazık ki çay kaşığının icadından sonra kaybolmaya yüz tutmuş bir gelenektir.
Ajda Bardak; Paşabahçe'nin klasik ince belli bardağının büyük ve tabanı kalın olan versiyonudur. Şehir efsanesi gibi gelse de ilk olarak Ajda Pekkan'ın 100 adetlik siparişi için yapılmıştır. Sonraları telif hakkı problem olmasın diye ismi "Aida" olarak değiştirilmiştir, tabii binlercesi satıldıktan sonra. Ayrıca bu bardağın tabanı kalın gövdesi ince olduğu için ani sıcaklık değişimlerindeki yüzey gerilimi farklılığı fazladır yani demem o ki bu bardak daha çabuk kırılır:)
İç bir çay hararetini alsın; Efendim sado-mazo dediğimiz akımın çıkış noktası işte bu harekettir. 40 derece sıcakta, güneşin altında durup kaynar çay içtikten sonra kudurmazsanız elbette halinize şükredersiniz. Kavurucu sıcaktan eser kalmaz, tüyleriniz diken diken olur hatta hafif bir üşüme bile gelir. Mesela yazın bir ekmek fırınına gidip ocağın yanında 5 dakika beklerseniz dışarı çıktığınızda ohh be dünya varmış, üzerime bir şey alayım da üşütmeyeyim dersiniz. Bu duruma kısaca "Beterin beteri var." diyoruz.
Buzlu çay (Ice Tea); Türklerin aksine sıcak havalarda çay satmakta zorlanan İngiliz Richard Blechynden tarafından 1904 yılındaki Saint Louis Dünya fuarında tanıtılmıştır. Günümüzde özellikle gençler arasında oldukça popüler hale gelmiştir. Yapay meyve aromalarıyla zenginleştirilmiş lezzetsiz çayların kutulanmasıyla oluşan inanılmaz karlı ve büyük bir pazarlama başarısıdır aslında. Bu yüzden yerli bir firma çıkmış "hacı siz naabıyonuz!" diyerek 2,5 litrelik pet şişeler ve 0,5 litrelik kutularla maliyeti çok düşük olan fakat oldukça pahalıya soğuk çayın porsiyonlarını arttırarak piyasayı alt üst etmiştir. Toz içeceklerle aynı tada sahip ama toz değil, su ile karıştırılıp içime hazır hale getirilmiş ve kutulanmış ismi de "Ice Tea" Ne kadar da havalı. Bana bi Ayyys ti şeftali. Zannedersin kokteyl söylüyor adam. Fakat hakkını teslim etmeliyim ki gazlı içeceklere ve şeker komasına sokan sahte meyve sularına yeni bir alternatif getirdi. Yine de çok daha sağlıklısı ve lezzetlisi evde kolaylıkla yapılabilir.
Kaçak Çay; Mecaz değil gerçekten de yasa dışı yollarla yurda giren çaydır. Aslen Sri lanka'lıdır. İhtiva ettiği yüksek miktardaki tein çaya acı bir tat verir. Lakin günümüzde bu çay eskisinde daha acıdır çünkü içerisinde bol miktarda pestisit yani böcek ilacı kalıntısına rastlamak mümkündür. Karakteristik koyu rengi için de pek çok numunede boyar maddelerin kullanıldığı kanıtlanmıştır. Ayrıca neredeyse her numunenin içerisinde başka birçok kanserojen ve sağlığa zararlı madde tespit edilmiştir.
Poşet Çay; 1908 yılında Amerikalı çay ithalatçısı Thomas Sullivan müşterilerine çay numunesi göndermek için küçük ipek torbalar kullanırken keşfetmiş. Aradan gecen bir asırlık süreye rağmen bilim insanları bu poşetin bardaktan nasıl çıkarılması gerektiği konusunda bir türlü fikir birliği sağlayamamıştır. kaşığa dolayıp iple sıkmak, poşeti çıkarıp elle sağmak, kaşığın ucunu ipe dolayıp oltayla balık tutar gibi çekmek yada poşeti kaşıkla bardağın kenarında pusuya düşürüp sıkıştırmak en sık kullanılan yöntemlerden yalnızca birkaçıdır. Poşette kalan bir yudum çay için öyle çok uğraşanlar var ki adamın bir tek poşeti ağzına alıp emmediği kalıyor azizim...
Velhasıl kelam bugün tüm dünyada her gün 700 bin ton çay tüketiliyor. Binlerce yıllık bir alışkanlık ve birçok kültürün parçası haline gelen çay şimdilerde küresel ısınmanın tehdidi altında. Önlem alınmazsa çaya da alternatif bulmamamız gerekecek tıpkı yaşadığımız dünyaya alternatif bulmaya çalıştığımız gibi...
Kaynaklar; National Geographic Türkiye, BBC (Büyük Dünya Tarihi), Amerikan Bülteni, Ntvmsnbc, Hürriyet, Callebaut, Al Jazeera, Teak.gov.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder