22 Mart 2013 Cuma


  Survivor; Ünlüler - Gönüllüler ve Gönülsüzler



  Acun sağolsun nefes aldırmıyor. Tam şu sulu zırtlak yarışmaları bitti kurtulduk derken bir başka Acun klasiği olan Sörvayvır başlayıverdi. Beğenmiyorsan izleme diyeceksiniz bu çok doğal bir reaksiyon fakat benim durumum biraz farklı.

  Hali hazırda kullandığım çalışma masamı kendim yaptım. Bu masayı kullandığım oda daha sonra evimizin oturma odası olarak kullanılmaya başlandığında saltanatım sona ermiş oldu. Zira bu odanın içerisinde birleştirdiğim masa o kadar büyüktü ki kapıdan dışarı çıkartamadık. Bende çalışma masamla birlikte oturma odasının bir parçası haline geldim. Yoğun olduğum dönemlerde günde 18, 20 saat çalıştığım oluyor hatta bazen bir kaç gün uyumuyorum. Güneş doğuyor, batıyor sonra tekrar doğuyor ben aynı koltuktayım hani hızlandırılmış görüntüler olurya aynen öyle. Bu nedenle ev ahalisi televizyonda ne izlerse bende ona maruz kalıyorum. Artık savaşacak gücümde kalmadı bu durumu kabullendim.

 Fırsat bulursam bilgi yarışmaları, belgesel programlar ve büyük spor organizasyonlarını takip ediyorum. Tv de izlemeye çalıştığım tek dizi "işler güçler". Yeri gelmişken söyleyeyim, bu kadar kaliteli bir yapıma dünya televizyonlarında bile çok az rastlanır. Fazlası var eksiği yok. Behzat Ç. yi artık izlemeye fırsatım olmadığı için dinliyorum:) Bilgisayarda çizim yaparken onu da açıp fon müziği yapıyorum. Çok ilgi çekici bir şey olursa bakıyorum. 

Yalnızca Belgesel İzlediğini Söyleyen Sahte Entel

  Belgesel meselesini de her ortamda dile getirmiyorum çünkü artık kime sorsan belgeselden başka birşey izlemiyor:) Belgesel izlediğini söyleyerek reklam yapan gerizekalılar var ne yazık ki. Özellikle sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla kişisel reklamcılık tavan yaptı. Aldığı konser, tiyatro biletinin fotoğrafını çekip sözde paylaşım yapan var. Okuduğun kitabı gittiğin oyunu herşeyi kendin için yaparsın başkaları seni takdir etsin diye değil. Bunu yapan insancıklar tiyatroda hatta operada telefonunu yarım saat kurcalamaktan çekimenyen tipler. Kullandıkları televizyon ekranına sahip cep telefonlarının yaydığı ışığın diğerlerinin dikkatini dağıtabileceğini düşünmüyor değil yalnızca umrunda değil. Çünkü bu kısmı Twitter da paylaşmak zorunda değil. Çünkü oraya sevdiği için değil birilerine hava atmak için gelmiş. Emin olun o 7/24 belgesel izleyen adam belgeselden başka herşeyi izliyor en çokda Acun'u. Hem belgesel izlemek ne zaman statü sembolü oldu anlamadım, trajikomik. Bu arada belgesel denince birçoğunun aklına yalnızca doğa (hayvan) belgeseli geliyor o da çok güzel.

  Acun'a geri dönersek bu adam şüphesiz çok zeki bir adam. İnsanlara vakt-i zamanında 3-4 saat boyunca kutuların açıldığı bir programı izlemeye ikna ederek yada sözde ıssız bir adaya düşen bir grup insanın birbirini yeme yarışını konu alan programları reyting rekorları kırıyor. Eminim Acun'a kendi programını baştan sona izletemezsiniz çünkü buna tahammül edemez. Ya o kutu açma neydi öyle yav! millet ertesi gün sağda solda kritik yapmıyor mu birde gelde delirme. Ancak Türk halkının büyük çoğunluğunun yaptığı gibi benim ailem de seviyor bu tip saçmalıkları. Kutu hariç tabiy ki:) Şu sıralar benim için en güzeli bunu kabullenmek ve stres yapmamak. 

  Bir sonraki survivor için reytingleri arttıracak parlak bir fikrim var. Adaya ünlüler ve gönüllülerin yanı sıra sokakta yakalanarak adaya zorla getirilen bir grup gönülsüzün oluşturduğu bir takım kurmak. Bu gönülsüzlerin adaya renk katacağı kanaatindeyim. Bu renk kırmızı olmazsa iyi olur. Gönülsüzler adadan kaçmaya çalışacak diğer yarışmacılarla kavga falan edecek, bunları televizyonda izleyen gönülsüz yakınları adaya gelmeye çalışacak, of of! tadından yenmez valahi. Yarışma bittiğinde bu gönülsüzler gerçek değilmiş lağyyn! gibi söylentiler çıkacak ve reyting sayaçları çalışmaya devam edecek:)

16 Mart 2013 Cumartesi

Ne Acayip Aletsin Sen "Koşu Bandı"


  Koştuğunuz yolu hareket ettirmek suretiyle aynı noktada ilerlemeden hareket etmenizi sağlayan makinelere kısaca koşu bandı diyoruz. Dahice değil mi? Bazen:)

  Geçenlerde kız kardeşimin yoğun baskısı sonucu soluğu spor salonunda aldım. Zira göbeğim doğal sınırlarına ulaştı. Her an benden ayrılıp özerkliğini ilan edebilir. Bu vesileyle koşu bandını ilk kez deneme fırsatı buldum. Yıllardır iyi kötü spor yaparım ama spor salonunun kapısını açmışlığım yoktur. Salon sporlarına ilgim yok anlaşılan:) Antrenman koçunun yaptığı program şöyleydi; ilk 15 dakika yürüyüş, 10 dakika hafif tempolu koşu, 5 dakika koşu.
  
  Zaten 20 dakika yürüyüp gittiğim spor salonunda bu programı görünce biraz şaşırdım. Neyse ilk şoku atlattıktan sonra soluğu koşu bandında aldım. Aklıma gelen ilk şey şu oldu; "Ben tam bir geri zekalıyım çünkü yürümek için elektrik tüketiyorum." Tamam bu alet spor salonları için gerekli yada iklim şartlarının yılın her zamanı yürümeye yada koşmaya elverişli olmadığı şehirler için. Fakat bu aleti evine alan insanları düşününce İstanbul'da yaşayıp da evde koşu bandı kullanmak anlamsız geliyor bana. Yılın 365 günü açık havada (temiz hava diyemiyorum çünkü) koşmak yürümek varken neden bu işi evde yaparsın ki? Koşmak için elektrik tüketmek çok komik değil mi? Bu cihazı üretmek için harcanan kaynaklar, iş gücü ve enerjiyi hesaba katmıyorum bile.
  
  Ev kullanımı için konuşmak gerekirse, genellikle ev kadınlarının kendilerini yürümeye teşvik etmek için satın aldıkları koşu bandı kısa zamanda önemini yitirerek atıl hale geliyor. Gündüz kuşağındaki kadın programlarını izlerken üzerinde egzersiz yapılan koşu bandı, bir anda üzerinde çamaşır askısı yada kullanılmayan eşyaların bulunduğu kocaman bir elektronik çöp haline geliyor. Tonla para verildiği için atmaya kıyamıyor insanlar. Ya evlerde aksesuar olarak kalıyor yada eşe dosta jest adı altında kakalanmaya çalışılıyor:)) Çevremden biliyorum. Madem hareket etmek istiyorsun dışarı çık çünkü hayat sokaklarda.


14 Mart 2013 Perşembe




En İyi "Tırnak "Nerede Yenir?

  Tırnak yemek, genellikle çocuklukta hatta bebeklikte başlayan ve ergen bireyler arasında da çok yaygın olarak görülen bir alışkanlık. Tıp dünyasında bu sendroma da havalı bir isim bulunmuş elbette "onikofaji" Dün bir arkadaşımla sohbet ederken kendisininde bu durumdan muzdarip olduğunu öğrendim. Peki yetişkin bir insan neden tırnak yer? Hele ki bu kişi kişisel bakımına özen gösteren, tırnak içinde güzel bir kız ise:)

  Sorunun psikolojik olması çok muhtemel. Daha önce saç yeme hastalığı olduğunu da duymuştum. Bebeklerde de toprak yeme gibi alışkanlıklar olabiliyor. Bunun en önemli sebeplerinden biri ise vücuttaki demir eksikliğiymiş. Vay arkadaş dediğinizi duyar gibiyim. Ortalıkta şuursuzca dolaşıp salya akıtarak emekleyen bir bebek bunu nasıl düşünebilir. İç güdüsel olsa gerek deyip konuyu hemen kapatıyorum. Tırnak yemenin keratin eksikliğinden olduğunu sanmıyorum:) zira tırnak yiyenlerin büyük kısmı tırnaklarını yemiyorlar, yalnızca kemiriyorlar.

Olay açıklamalar; "Bende Yedim"

  Bu alışkanlığın can sıkıntısıyla başlamış olması çok muhtemel benim de lise yıllarımda kısa bir dönem tırnak yemişliğim var. Hep arkadaş ortamı işte:) Neyse ki kısa zamanda kurtuldum bu illetten. Aslında benimkisi dudak tiryakiliğiydi, içime çekmiyordum zaten. Tırnak kemirmek tırnak sağlığının yanında diş sağlığını da olumsuz etkileyen bir durum. Zamanla bu durum daha da kötüleşecek. Artık kendi tırnaklarınız size yetmeyecek ve arkadaşlarınızın tırnaklarını yemek isteyeceksiniz. Tırnaklarınız yeteri kadar uzamadıysa sinirlenip agresifleşeceksiniz. Tek derdi tırnak yemek olan zombilere dönüşmeden önce bu bu alışkanlığı bırakınız lütfen.

 Bunun sosyal anlamda da sakıncalı bir durum olduğu kanaatindeyim. Mesela bir iş görüşmesinde tırnaklarınıızın kemirilmiş olduğunu görürlerse büyük ihtimalle stresle başa çıkamadığını düşünebilirler. Haksız da sayılmazlar:) veya ilk randevuda.

Tırnak yiyenlere tavsiyeler;

*Tırnak yemeyi en kısa sürede bırakınız:) çünkü tırnakların arasındaki bakteriler sizi hasta edebilir.

*Tırnaklarınızı kestikten sonra yerseniz en azından diş sağlığınızı korumuş olursunuz.

*Tırnaklarınıza acı biber sürün bu sizi yememeniz için caydıracaktır. Fakat dikkatli olmakta fayda var eğer acı seven biriyseniz iştahınız daha çok açılabilir.

*Genç kızlar kimi zaman iştahla tırnaklarını kemirse de bu hiç havalı bir durum değil!  Düşeş yada prenses değilseniz karizmayı fena halde çizebilirsiniz.

7 Mart 2013 Perşembe


Kanarya Sevenler Ekran Başına Sıradaki Haberimiz Sizin İçin...




  Bu sabah, "Dünya kafes kuşları federasyonu" diye bir federasyonun olduğunu, ve bu federasyonun düzenlediği bir yarışmada bir Türk yetiştiricini kanaryasının dünya kanarya güzellik yarışmasında 24 bin kanarya arsından 2. olduğunu öğrendim. Açıkçası bu habere pek sevinemedim zira benim takıldığım nokta dünyada bir kafes kuşları federasyonunun olmasıydı.

  Peki özgürlüğün simgelerinden biri olan, uçmak için yaratılmış bu hayvanı kafese kapatmak ne kadar doğru. Çocukken benimde muhabbet kuşum ve papağanım oldu. Oldum olalı hayvanları çok sevmişimdir. Son yıllarda evcil hayvan olarak kuşa olan bakış açım çok değişti. Her ne kadar evin içerisinde bu hayvanları uçursakda bu onların özgür olduğu anlamına gelmiyor.

  Kuşları sevmenin tek yolu onları özgürlüklerinden mahrum etmek midir acaba? Ben artık bu hayvanları kafeste görmeye dayanamıyorum. Babamın bir arkadaşı geçen yıl bakamadığı için muhabbet kuşunu babama vermiş. Evcil hayvan büyük sorumluluk demektir. Neyse zamanla bu hayvanı çok sevdik ve çok alıştık fakat onu kafeste görmeye dayanamaz oldum. Kafesinden çıkarttığımızda kendini cama, duvara çarpmasını tarif edemiyorum bile. En sonunda çok zor bir karar verip onu uygun bir ortamda salıvermeye karar verdik. İnsanlara bu denli alışmış bir hayvanın doğada hayatta kalması küçük bir ihtimal.



      
 Ancak bunu yapmasak ömrünün sonuna kadar o küçücük kafeste ömrünü çürütecekti. Biz ona özgür olması için bir şans verdik ve başarması için dua ettik. Bu ne kadar doğru bir hareket bilmiyorum ama benim içim çok rahat çünkü bu kuş 10 gün bile hayatta kalsa, bu onun bir yere çarpmadan özgürce kanat çırpacağı bir 10 gün olacak. Kaldı ki bu çok zor 10 günü atlatırsa gerisi zaten kolay. Ben şahsen bir ömür boyu hapis yatmaktansa 10 gün serbest olmayı tercih ederim. Bu işin bir orta noktası yok mu? Elbette var. Mesela güvercin besleyenler kuşlarını eğitiyor ve neredeyse her gün saatlerce uçuruyor. İsteyen başka sürüye katılıyor. (Hep kız meselesi:)


   

  Unutmayalım ki petshoptan hayvan alarak onları kurtarmıyoruz. Hayvanların çok kötü şartlarda yaşamasını ve üremesini (temel hedef bu ne yazık ki ) sağlayan dev bir endüstriyi farkında olmadan beslemiş oluyoruz. Bunları fark ettikten sonra küçükken gitmekten çok büyük mutluluk duyduğum gülhane parkının son dönemdeki halini ve burada kalan hayvanların içler acısı halini gördükten sonrada bir daha hayvanat bahçesine gitmeme kararı aldım. (Sirklerden bahsetmeme gerek yok sanırım.) Dünyanın neresinde olursa olsun, ne kadar iyi bakılırsa bakılsın hiç bir kaplan kafese kapatılmamalı. En doğrusu bu hayvanları rahatsız etmeden onlara fıstık atmadan, milli parklarda uzaktan gözlemlemek Bkz. Balıkesir Kuş Cenneti, Kenya Masai mara milli parkı vs. Fazla uzağa gitmeye de gerek yok yalnızca Türkiye'de 41 tane milli park var.



  Kısacası bir şeyi sevmek için onu tutsak etmek en ideal yol değil. Benim nazarımda bunun kölelikten bir farkı yok. Evcil hayvanları saymıyorum ama bu işin endüstriyelleşmesine de karşıyım. Sevdiğimiz insanı da eve kapatalım o zaman, yalnızca bizi görsün, bizi mutlu etsin dünyanın başka nimetlerinden faydalanmasın. Bencilce değil mi?
  Kanaryayı güzel ötüyor diye kafese tıkmanın ne anlamı var. Kanarya sevenler kusura bakmasın ama ben kanaryaları sizden daha çok seviyorum. Dikkat mecaz var! :)

Silah Alacaklara Tavsiyeler;

Almayın.



4 Mart 2013 Pazartesi


  Aah Face'in yok mu senin?


   Hayır arkadaşım face'im var, Facebook hesabım yok. Alamadığım için yada bana vermedikleri için değil, kafam basmadığı için de değil sadece kullanmayı tercih etmediğim için yok. Kaldı ki neden Facebook kullanmak insanı ayrıcalıklı hissettiriyor anlamadım gören de uçak kullanıyor zanneder. Yani uzun lafın kısası sevdiğim insanlarla Facebook üzerinden değil Face to face yani yüz yüze görüşmeyi mesafe uzaksa telefonla konuşup en azından sesini duymayı tercih ediyorum.Gerçek insanlarla sanal muhabbetler yapmak, resimlerin altına yazılan aptalca ve samimiyetsiz yorumları okumamak için facebook kullanmıyorum. İlkokul arkadaşını ne çok özleyen varmış. Facebookum yok ama 1.sınıftaki arkadaşımla  hergün konuşuyorum çünkü hiç ayrılmadım.

  Bu şaşkınlık ve çeşitli triplere girme hadisesi o kadar doğal bir hale geldi ki sanki insanlar doğar doğmaz kimlik kartı gibi Facebook hesabı da almak zorundaymış gibi (hoş bebeğine, köpeğine hesap açanda var.) Eğer kullanmayı tercih etmeyen birini görürsek onu uzaylı zannetmenin alemi yok sevgili dünyalı, kendisi dost olabilir önce bir dinleyelim bu zat-ı muhterem ne diyor;

  Öncelikle kişiler arasındaki yazılı iletişimin samimiyetten uzak olduğu kanaatindeyim. Jest, mimik, vurgu hatta duygu bile yok tabii smiley kullanmazsanız. Peki ben kendimi ifade etmek için neden yalnızca smiley kullanmak zorunda kalayım ki? Ben gerçek hayatta yaptığım her espriden sonra gülmüyorum ki.

Söz uçar yazı kalır

  Bu yazılı iletişim bir çok yanlış anlaşmaya sebebiyet verebilir. Normal hayatta şaka olarak söylenen bir söze insanlar alınmazken aynı şakayı yazıya döktüğünüzde durum çok başka bir hal alıyor. Bu tamamen karşınızdakinin ruh haliyle ve onu nasıl yorumladığı ile ilgili. İnsanlar yüzyıllardır mektupla haberleşiyor bu şimdi mi problem oldu derseniz, evet. Çünkü artık buralarda muhabbet edip anlık iletiler gönderir olduk. Yani söylediklerimiz nispeten daha önemsiz bir hal almaya başladı. Her yazdığımızı ince eleyip sık dokumuyoruz. Fakat her halükarda söz uçup yazı kalıyor. Hızlıca yazılmış kelimeler başımızı çok ağrıtabilir. Çevremden duyuyorum tecrübeyle sabit. Benzer şeyler sms için de geçerli. Bu yüzden bu iletişim biçimleri beni tatmin etmiyor. Karşımdaki yaptığım espriye ahahaha :)) şeklinde karşılık vermesi de tatmin etmiyor. Belki hiç gülmeyip otomatikman bunu yazıyor. Ben karşımdaki insanın gülüşünü onun gözlerinde görmek isterim. Birileriyle bir şey paylaşıyorsam bu duyguyu hissetmek isterim, like almak değil.

  Ben neden aynı iş yerinde çalışan arkadaşımın kıyafetini beğendiğimi direkt olarak ona söylemiyorum illa ki fotoğraflarını mı like lamak lazım. Sağolsun Facebook bize tanıdıklarımızın doğum gününü hatırlatıyor. En azından onu arayıp doğum gününü kutlamak, sesini duymak yerine Facebook'tan mesaj gönderiyoruz. Böylece samimiyetsizlikte, bayramlarda gönderilen toplu sms'lerle yarışır hale geliyoruz. Benim, sevdiğim insanlara verdiğim değer bu olamaz.

Komikli videolar çok hoşuma gidiyor

  Bir başka sebep ise Facebook'un zaman öldürmek için çok müthiş bir mekan olması. Günün belli zamanlarında insanlar girip acaba ne olmuş diye bakma ihtiyacı hissediyor ki bu çok normal. Çünkü orayla aranızda bir bağ var ve yeniliklerden, mesajlardan haberlerden, dedikodulardan vs. haberdar olmayı da istemek çok doğal. Farmville ve benzeri yaratıcılıktan uzak oyunlar, komikli kedi videoları, başkalarının resimlerine bakıp yorum yapmak, gidilen mekanlarda abuk subuk resimler çekip reklam yapmaya çalışmak derken zaman su gibi akıp geçiyor. Peki elde ne var? Üzgünüm ama bazı insanların kedi videosu izlemekten daha önemli işleri olabilir. (Ben yalnızca tatil günleri izliyorum:) ahan da smiley.

  Tüm bunların yanında kimseyle paylaşmak istemeyeceğimiz kişisel bilgileri tamamıyla ticari bir kuruluşun eline teslim etmek acaba ne kadar mantıklı. Elbette ben dünyanın en önemli insanı değilim fakat Zukerberg de benim babamın oğlu değil. (en azından ben öyle biliyorum:) Başkalarının benim kişisel bilgilerime bu kadar kolay ulaşabilmesini ve bunları 3. kişilere satabiliyor olmasından hoşlanmıyorum. Acaba Facebook kullananların yüzde kaçı yeni gizlilik sözleşmesini okudu? Onu geçtim eskisinden haberi olan var mı:) Aynı şeyi hatta çok daha fazlasını Google'da yapıyor. Bu da başka bir yazının konusu olsun.



Grup kurma hevesi

  Artık nereye gitsem Facebook ta grup açtık oradan görüşelim deniyor. Mailin suyumu çıktı anlamadım. Gittiğiniz bir kursta, dernekte vs. iletişim kuralım deyince birisi çıkıp Facebook'dan grup açalım herkesin var zaten diyor. Yazılı iletişim için 2 temel yol var. Fiziksel yazışmalar için posta adresiniz ve elektronik yazışmalar içinse elektronik posta adresiniz. E-mail dediğimiz şey en temel araç aslında. E-mail hesabın yoksa zaten Facebook hesabı açamazsın. Yaptığın alışverişin bilgisi de buraya gelir iş başvurunun cevabı da. Yani ciddi bir iletişim aracıdır. Ben Facebook üzerinden iletişim kuran bilim adamı duymadım. Hali hazırda bir mail grubu varken neden Facebook ta grup açalım dediğinizde aldığınız cevap şu; Herkes maillerine bakmıyor:) Canım benim, sen 24 saat facebooktasın 1 dk da mailine bak bir zahmet. Peki Gmail'in yapamayıp da Facebookun yaptığı ne var dediğimde cevap şu; Hiç bir şey.

  Facebook hesabım yok dediğinizde aldığım cevap ise daima; ee aç bi tane. Bravo Anştayn! bu hiç aklıma gelmemişti. Angry birds oynamadığım için beynimdeki kıvrım sayısı onunkinden daha az elbette. Madem ki iletişimini ciddi bir mecra üzerinden yapmayı istemiyorsun demek ki ciddi bir şey anlatmayacaksın bana. Lay lay lom yapacak olan açsın grubunu hemen paylaşıma başlasın.


Sahi ya facebook yokken nasıl yaşıyorduk?

  Diyelim ki çok daha iyi bir platform geldi ve herkes Facebook'dan sıkıldı onu kapatıp başka bir profil mi açıcaz. Bunlar daha önce aah icq yok mu, msn in yok mu diyenlerle aynı kişiler olabilir:) İşte ben o tarihten beri maillerime düzenli olarak bakıyorum.

  Aslında İyi kullanıldığında faydalı platformlar bunlar. (Bkz. iyi polis:) Uzak mesafelerde yaşayan az samimi olunan tanıklarla iletişim kurmayı kolaylaştırıyor. En uç örnek olarak Arap baharında twitter sayesinde örgütlenen insanlar devrim yaptılar. Bunun yerine onlarda bizim gibi herkesin fotoğrafının altına canım çok tatlı çıkmışsın eheeh demek için de kullanabilirlerdi. Herkes devrim yapsın demiyorum ama bu tip abukluklara katlanamıyorum. Bunları sevenlere de lafım yok ama ben almıyım.

  Televizyon izlemede Dünya 2.si Facebook kullanımında Avrupa lideriyiz. Teknolojinin nimetlerini nasıl kullanacağımızı bilmediğimiz için yalnızca güzelim yurdumun insanlarının kredi kartı mağduriyeti diye bir problemi var. Bazı şeyleri çok yanlış anlıyoruz. (Romalılardan daha iyi dondurma yaptığımızı kanıtlamak için de testereyle kesip onunla ip atlıyoruz:) Madem her şeyi tek bir yerde topladık artık işe de gitmeyelim faceden grup kuralım, herkes yaptığı işi paylaşsın. Kazandığımızı paralarla da bahçelerimize soğan ekeriz:)

  Benim facebook kullanıcılarına saygım var lakin ben kullanmadığım için kimseden saygı beklemiyorum, farklı olmaya hiç çalışmıyorum yeter ki saygısızlık edilmesin. Çünkü herkes perspektifini monitörünün ekranı ile sınırlandırmak istemeyebilir.