31 Aralık 2013 Salı



Hayatınıza heyecan katabilecek, 2 Liradan Ucuz 10 fikir 

1- Dile 9 voltluk pil değdirmek; Heyecan verirken aynı zamanada pozitif enerji de verir:) Öyle ki, bu 90'lı yıllarda tam bir fenomen olmuştu. O dönem 9 voltluk pili diline değdirmek için alanların sayısı normal kullanım için alanlardan fazlaydı. Bunu gören üreticiler yalarken kolay tutulsun diye bu pilleri silindirik yerine dikdörtgen prizma şeklide tasarlamaya başladı. Günümüzde elektrik, elektronikle ilgilenen ne kadar insan varsa zamanında bu heyecanı yaşadığı içindir. 

2- Şehirlerarası otobüste galeta yemek; Ciddi anlamda cesaret isteyen bir harekettir. Kesinlikle bu konuda iddiaya girilmemelidir. Bu hareketi devam ettirmekte ısrar ederseniz dayak yemeniz yada otobüsten atılmanız pek muhtemel. Issız bir yerde inip yola devam etmek ise daha büyük bir heyecandır.

3-Hareket halindeki minibüsten atlamak; Bir minibüsten inmek istediğinizde, minibüs şoförleri yavaşlamak için gereksiz vites ve pedal kombinasyonları yapmaktan kaçınır. Bu yüzden genellikle tam olarak durmazlar bunun yerine yavaşlar ve sizin atlamanızı beklerler. Bu heyecanı tekrar tekrar denemek isteyenler yüzünden indi-bindi diye bir tarife bile çıkmıştır.

4- Çayın yanında patlayan şeker ikram etmek; Hele ki bayramlarda yada kız isteme seramonisinde vs. çok hoş olabilir. Koca koca insanların ağzında pıtır pıtır şeker patlaması. Düşüncesi bile heyecan veriyor. Kıtlama içimi kolaylaştırmak için küp şeker şeklinde olmalı.  

5-Yoldaki parke taşlarının çizgilerine basmamaya çalışmak: Bu hareket parke taşlarının icadı kadar eskidir. İçinizdeki süper mario'yu ortaya çıkartır.

6-Dirseğinizi yalamaya çalışmak; Klişe bir harekettir. Aynı zamanda gün içerisinde tekrarlanması halinde iyi bir egzersiz olur. 

7-Dişlerinizi fırçaladıktan sonra portakal yemek; Buz gibi kolayla doldurulmuş yarı olimpik bir havuzda yüzdüğünüzü düşünün. Ürkütücü, soğuk, karanlık, acı, tatlı, ekşi, ferahlatıcı ve heyecan verici. Bir insana bu kadar çok duyguyu aynı anda yaşatabilecek az sayıdaki hareketlerden biridir.

8- Kedilere ışık yansıtmak; Kedilerin yansıyan ışık huzmelerine karşı zaafı vardır. Gündüz aynayla yada gece fenerle yapılabilecek olan bu hareket kedilerin sokakta çığlık çığlığa koşuşturmasına sebep olur. Bu curcunanın hem size hemde sokağınıza heyecan katacağından şüphe yok.

9-Bebeklere limon yalatmak; Limonda bulunan sitrik asit (ph 2-3, ort. %4) bebeklerin yüzlerini ekşitmesine sebep olurken, yüksek orandaki şeker ise (yaklaşık%3) bebeğin onu tekrar yalamasını sağlar. O küçücük sevimli yüzlerdeki mimik ve jestler bir döngü halini alırken etrafını da kahkahalara boğar.

10-En yakın durağa gidip gelen ilk otobüse binmek; Sonrasında son durağa kadar gidip eve yürüyerek dönmeye çalışmak. İşte bu sizin ne kadar özgür ruhlu aynı zamanda korkusuz ve pervasız olduğunuza işarettir. Bu saçma hareketi yalnız başınıza yapabileceğiniz gibi birkaç arkadaşınızı toplayıp onlarında başını yakabilirsiniz. Ayrıca Hawai gömlek, şort ve sırt çantaları sizi iyice havaya sokacaktır. Masabaşı işten sıkıldıysanız anı yaşayın. Unutmayın ki hayat sokaklarda!

22 Aralık 2013 Pazar


Verdiğimiz Rahatsızlıktan Dolayı Özür Dilerim Atam!

  Bir 10 Kasım sabahı, ailece Dolmabahçe Sarayının yolunu Tutuyoruz. Niyetimiz Atatürk'ü, ebedi istirahatine başladığı bu yerde anmak. Saray bahçesi hiç olmadığı kadar kalabalık. Annem kalabalığı görünce seviniyor. Yoğun ilginin sebebinini hafta sonuna bağlıyoruz önce fakat yaklaştıkça işin rengi değişiyor. İşci partisi ve bazı dernek ve grupların üyeleri sabahın erken saatlerinde bahçedeki yerlerini almışlar ve hazır kıta bekliyorlar. Kalabalığın iştahlarını kabartmış olacak ki, bir kısmıda üzerimizde daireler çizerek uçuyor. Derken bizde kalabalığın içine karışıyoruz. arkamızdan insanlar geliyor ama bir yerde sıkışıp kalıyoruz ve daha fazla ilerleyemiyoruz. 

  CHP kadın kolları bu fırsatı kaçırır mı hiç? Onlarda burada. Bir tanesi kalabalığın ortasında sigarasını tüttürüyor. Tüm tacizlerime rağmen de içmeye devam ediyor. Direniyor, boyun eğmiyor erkeğin baskısına. Mağrur ve gururlu bir edayla zehirliyor bizi. Lakin bu süslü ve buruşuk teyzelerin asıl derdi çevrelerine, biz de ordaydık ulen! mesajı vermek esasında. Zira ellerde telefon, sosyal medya hesapları açık, sürekli olarak fotoğraf çekip Dolmabahçe'den izlenimlerini an be an paylaşıyorlar. Bir tek canlı yayın otobüsleri eksik. Bir tanesi; "Şu kamera bizi de çekti mi acaba? akşam televizyonda çıkacakmıyız? diye soruyor. Derslerine iyi çalışmışlar zira saçlar o biçim. Akıllara hemen umut sarıkaya'nın efsane karikatürü geliyor #.

Sonra uzaktan bir alkış sesi geliyor inceden. Alkış kıyamet alıp yürüyor, sesi duyan alkışlıyor ama neden alkışlandığını bilen yok. Uzaklardan birileri geliyor, ama kim? Heyecanlı gözler bir siyasetçi arıyor. Mutfak dolabına kafamı çarpmaktan başka pek bir işe yaramayan uzun boyum bu sefer avantaj sağlıyor bana. Üstüne 0,5 derece miyop gözlerim, gözlüğün etkisiyle elf görüşü bahşediyor. Uzaklarda, Bayraklarla süslenmiş VW Beetle nam-ı diğer kaplumbağa/tosbağa arabalardan oluşan bir kortejin geçiş yaptığını görüyorum. Meraklı ve coşkulu halk yaklaşan korteji görünce bunları mı alkışlıyorlar deyip bir anda kesiyor alkışı. Neyi ne için yaptığımızın bile farkında değiliz anlayacağınız. Sürü psikolojisi tavan yapmış.

 Sendikacı provakatörlerden biri tiz bir sesle gençlik marşını söylemeye başlıyor. Bir, üç, beş derken neredeyse herkes katılıyor ama bizim ağzımızı bıçak açmıyor. Belli ki bunlar ısınma turları. Çok geçmeden "Mustafa Kemal'in Askerleriyiz" diyor kalabalık coşkuyla. Saat Kulesi 09:03'ü gösteriyor "Her yer Taksim her yer direniş" diye haykırıyor şuursuz kalabalık. Saygı duruşuna 2 dakika var ama saygısızlık hat safhada. Siren çalınca sloganlar bir bir kesiliyor. Hayatında bir kere törene katılmış biri bilir ki saygı duruşunun hemen ardından istiklal marşı okunacak. Bir kaç beyinsiz yine slogana başlıyor fakat sonradan marşa ayak uydurmak zorunda kalıyorlar. İstiklal marşı biter bitmez yeniden...

  Aptal saptal sloganlanların yeniden başlamasıyla ben iyice gerildim. Az önce arkamdan "Mustafa Kemal'in askerleriyiz." diyerek böğüren genç irisi arkadaş sigarasını yaktı. Kalabalıktan gidecek başka bir yer yok. Kendisini kibarca uyardım. Bana ileri gitmemi söyledi. Bu birşey değiştirmez burada bir anma töreni var ve etrafındaki insanları rahatsız ediyorsun dedim. Fabrika kapatmaya gelmezsin diye karşılık verdi. Belli bu genç okumuş yobazlarımızdan. Ne alaka bile demeden, bunların tartışılacağı yer burası değil istersen telefonumu vereyim sonra görüşelim dedim. Numaramı istedi ama yazmadı ve sigarasını içmeye devam edince ben iyice sinirlendim. Kimse seni orada zorla tutmuyor. Beyefendi tavrımı bir kenara bırakıp ağız burun giresim var ama yeri ve zamanı değil. 

Lanet Olsun İçimdeki İnsan Sevgisine

  Bu nasıl bir saygısızlıktır inanılır gibi değil. Bir milletin kaderini değiştiren bir insanın ölüm yıldönümünü propaganda malzemesi yapacak bundan rant elde edecek kadar alçalır. Onu da geçtim en yalın anlamıyla bir insanı anıyoruz. Bırakın duygularımızı rahatça yaşayalım. Bu günde bile kendisine çıkar sağlamaya çalışanları

  En çok kızdığım nokta ise insanların çok kolay biçimde manipüle ediliyor olması. Mustafa kemalin askeriyiz ne demek? bunu diyen adamların bir çoğu askere gitmemek için bin türlü takla atan bedelli çıksın diye yalvaran kısa dönem askerlik yapmak için üniversite okuyan askerliği ertelemek için açık öğretime kaydolmayı düşünenler:) 

  Atatürkün dünya savaş tarihinin gördüğü en parlak komutanlardan biri olmasına rağmen ülkesini savunmak için mecbur kaldığı savaşlardan sonra hiç bir zaman asker kimliğiyle öne çıkmadığını okumayan cahiller var. Ortada savaş yok ama olması mı isteniyor? sorunlarımızı tartışarak çözmek yerine bölücülük ve propagandadan nemalanmak da ne oluyor? 

  Kuvvetle muhtemel bu dolmabahçede katıldığım son 10 Kasım töreniydi. Bu özel günü bile propaganda malzemesi yapanlara, İnsanların duygularını yaşamasına engel olup oradan bile prim kazanmaya çalışan zavallılara yazıklar olsun...  

13 Kasım 2013 Çarşamba



Zeka Testi

Gaz kaçağını çakmakla,

Balığın tazeliğini peynirle,

Elektriği çıplak elle,

Elektrik kaynağını gözlüksüz,

Güneş tutulmasını çıplak gözle,

Motosikleti kasksız,

Çevikliği, Üst geçit varken karşıya geçmek için slalom yapmakla,

Cesareti, cam silerken dışarı sarkmakla,

Güveni, duran otobüsün/tırın önünden geçmekle,

Pervasızlığı emniyet kemeri takmamakla,

Şüpheli paketi sopayla,

Yılbaşı eğlencesini Taksim'le,

Televizyon izlemeyi Acun'la,

Vatandaşı baskıyla,

Otomobili aşırı hızla,

Kamyonları aşırı yükle,

Demokrasiyi şeriatçılarla,

Aşkı parayla,

Dostlukları yalanla,

Akciğerleri sigarayla,

Test etmektir.


8 Kasım 2013 Cuma



Bu Açıdan Daha Net Görüyorum, Kesin Kızlı Erkekli Kalıyorlar...

  Ben ne kadar siyasi gönderme yapmak istemesem de siyasetçilerimiz klişelere yakın durmaktan kendini alamıyor efendim. "Kızlı, erkekli" suni gündem maddelerimizden en yenisi ise, farklı cinsiyete sahip iki yada daha fazla gencin aynı evde beraber yaşaması. Başbakanımız, "Kız ve erkek çocuklar beraber kalıyor." derken hukuki olarak reşit sayılan ve tek başlarına başka bir şehirde hayatta kalabilecek olgunluğa erişmiş genç insanları kast ediyor aslında. Eğer bir başbakan devlet meselelerini bırakıp bu tip tartışmalarla halkın kafasını karıştırıyorsa, ya o ülke çok gelişmiştir ve başka derdi yoktur. Ya da çok daha büyük problemleri hasır altı ediyordur. 


  Neden bu kontrol mekanizmasını gençlerin kendisine yada kendi ebeveynlerine bırakmıyoruz. Dün halkın önünde el pençe durup oy isteyen insanlar bugün halka neyin doğru neyin yanlış olduğunu söyleyecek cesarete sahip oluyor. Aslında bu önerinin üzerinde kritik yapmaya dahi lüzum görmüyorum zira ciddiye aldığım düşünülebilir:) Bu iş bazılarımıza anlamsız gelebilir ama konuyu gündeme getiren devlet adamlarının tüm Türkiye'ye hitap ettiğ unutulmamalı. Buna rağmen büyük şehirlerde bazı şeylerin farkında olamıyoruz yada her yeri ve herkesi kendi yaşadığımız çevredeki gibi zannediyoruz. Anadolu'da ki insan ne düşünüyor bilen var mı? Yada yaşadığımız şehrin kaç ilçesine gittik? Üniversitedeki ilk yılımda küçük bir Anadolu şehrindeyim, yurtta kalıyorum. Çok büyük bir bahçe içerisinde kızlar ve erkekler iki farklı binada kalıyoruz. Yurttan kampüse gitmenin tek yolu okul servisi. Fakat servis saatleri tutarsız, şoförler şuursuz, kimi zamanda hiç gelmiyorlar. Toplu taşıma zaten yok. Arkadaşların teşviki üzerine hiç adetim olmamakla birlikte çaresiz otostopa başvuruyoruz. Zaman içerisinde otostop vakaları sıklaşıyor. Tabii ki seyahatler genellikle yol boyunca karşılıklı soru cevap şeklinde geçiyor. Konu eninde sonunda kızlara geliyor ama bir şekilde geçiştiriyoruz çünkü biliyoruz ki niyet kötü.

 Bir gün kamyonetine bindiğimiz adam sözü döndürdü dolaştırdı ve sonunda pişkince sordu; Yurtta kız erkek karışık mı kalıyonuz? Ne kadar sinirlendiğimi anlatmak için kelimeler kifayetsiz kalıyor. Etraf o kadar ıssız ki, orada insek bizi kimse almaz. Zaten zor binmişiz ama o şerefsiz adamın aracında olmak nasıl azap veriyor anlatamam. Demek ki insanlar neler düşünüyor. Vay arkadaş! Anne babalar çocuklarını ne zorluklarla okutuyor ama onların fuhuş yaptığı ima ediliyor. Şimdi bu adamın kızını okuttuğunu düşünmek abesle iştigal olur. Beynimde şimşekler çaktı ve bu iş böyle devam edemez dedim. "Evet abi, kız erkek karışık kalıyoruz. Odada 4 kişiyiz. 2 kız, 2 erkek!" Beni tanıyanlar ne kadar poker suratlı olduğumu bilir ama yanımdaki arkadaşımın gülmemek için dudaklarını ısırdığını gördüm. Adam deli gibi heyecanlandı, bıraksak üniversite sınavına girecek. O sordukça ben anlattım. Odadaki kız arkadaşlarımıza kesinlikle başka bir gözle bakmadığımızı söyledim. İnsanlara yanlış bilgi vermenin etik olmadığını biliyorum ama bu kadar mantıksızca bir şeye inanabilecek mi diye merak ettim. Fakat madalyonun öteki yüzü de var. Öğrencilerin yurt odalarında fuhuş yaptığını sanan bu yobaz adam vakti geldiğinde sandığın başına gidiyor, ancak seçim zamanı oy verme alışkanlığı olmayan bir takım insanlar bir bakmışız ki sonunda gezici olmuşlar. Onlara hayırlı geziler diliyorum. Eğer daha çok gezerlerse bu ülkenin farklı şehirlerinde yada yaşadığımız şehrin kenar mahallelerindeki insanlar neler düşünüyor, nasıl hayatlar yaşıyor, kime, neden oy veriyor, daha iyi anlayacaktır.  

Öğrenci Evleri

Peki öğrenci evlerine nasıl bir müdahale olacak sorusuna yanıt İçişleri bakanı, Muammer Güler'den geldi. Müfettişler denetleyecekmiş öğrenci evlerini. Peki müfettiş kızlı erkekli kalınan bir evi bulsa, bu öğrencilerde diyelim ki başbakanımızın anlattığı gibi ailelerinden habersiz kalıyorsa. Müfettişlerin gençlere tehdit yada şantaj yapmayacağını kim garanti edebilir. Benim aklımda bazı sorular var;

Şimdi diyelim ki, ben yalnız yaşayan teyzemin kızına gidemeyecek miyim yada halamın kızı bana gelmeyecek mi?


Bu denetimlerin sıklığı ne olacak? Nöbet mi tutulacak? Dairelerin önünde Kamera mı olacak?

Silah eğitimi verilen yerler öğrenci evi değilde örgüt evi / hücre evi olmasın?
(Silah eğitiminden kasıt bilgisayar oyunlarıysa haklı olabilirler:)

Peki cemaat evlerini kim denetleyecek?

Ben ailemle yaşadığım adresi polise ihbar edip desem ki, bu evde kızlı erkekli kalıyorlar ne derler acaba?

Başbakanın, "Sen anne olarak kızının başka erkeklerle kalmasına izin verir miydin? diye sorduğu muhabir, "Ben izin veriyorum ama başbakanımız izin vermiyor" dese muhabirin kızına ayrıcalık sağlanır mıydı:)


Öğrenci olmazsak kızlı, erkekli yaşayabiliyor muyuz?

Erkek ve kız öğrenciler bir araya gelince sevişir diye korkanlar, erkelerin ve kızların ayrı ayrı kaldığı öğrenci evlerinde gay ve lezbiyen ilişki yaşanmaması için de önlem almaları gerekmez mi?  

Açık öğretim fakültesi öğrencileri de bu uygulamaya dahil mi? Bence onlarda dahil edilmeli sonuçta diplomada açık öğretim yazmıyormuş, öyle söylüyorlar.


Önümüzdeki Projeler

Hem muhafazakar demokrat toplumda açık öğretimde ne oluyor arkadaş! bu kişiler girecek dersleri olmadığından kızlı, erkekli geziyor olabilir. Allah korusun, sınavlarda önlü arkalı oturuyor olabilirler. En kısa sürede açık öğretim fakülteleri kapatılmalı. Yani kapalı eğitim verilmeli. (Dikkat kelime esprisi, sakın evde denemeyin)


Meclisteki başlar, varsa kuru bir bezle yoksa nemli bir havluyla kapatılmalı. (Kişi inancı yada alışkanlığı gereği kimsenin baskısı olmadan yada propaganda malzemesi yapmadan başını örtüyorsa elbette her yere girsin...)

Açık kapılar kapatılmalı içeri soğuk havanın girmesi engellenmeli, böylece enerji tasarrufu sağlanmalı.


Açık yeşil, renk kartelalarından derhal kaldırılmalı. Yalnızca yeşil yada koyu yeşil kullanılmalı. Hadi bide cami yeşili...


Açık tribünlerin üzeri kapatılmalı, yanlış anlamayın taraftar güneşten, yağmurdan etkilenmesin. 


Bu açıklar tez zamanda kapatılsın ama sadece 2013 yılının ilk 7 ayındaki cari açık 55 milyar dolar olmuş. Onu kim kapatsın...


5 Kasım 2013 Salı



Beynimi Kurcalayan 10 Büyük Soru
  
*Mikroplar da, başka mikropları kapıp hastalanır mı?

*Gökdelenlerin en üst katlarındaki pencelerden sinek giriyor mu?

*Bankacılar evde, emlakçılar ofiste "Monopoly" oynuyor mu?


*Diet Kola ve mentos tepkimesini, mentos kıtlayarak kola içen bir Türk mü keşfetti?

*Ufo (infrared ısıtıcı) ışıkla ısıtıyorsa ayna kaplı küçük bir odada bize daha yüksek sıcaklık verir mi? Evet termodinamikten haberim var ama ya tutarsa:))


*Peki bu ısıtıcının önüne mercek koysak ışığı odaklayıp eşyaları yakabilir mi? 


*İş görüşmesi yaptığım insan kaynakları uzmanlarını kim işe almış?

*Işıktan hızlı hareket edebiliseydik, gölgemizden de hızlı mı olurduk? 


*Dünyanın katmanlarını ne ile ölçüp kesitini çizdik?


*Doktor Oetker reklamındaki kızın babası böyle pasta yapmayı nereden öğrenmiş? 



3 Kasım 2013 Pazar


Yıllar Geçiyor, Fark Etme Sende!
  • Bitter çikolatayı daha çok sevmeye başladıysanız,
  • Büyük şehirden sıkıldıysanız,
  • Çaya şeker, yemeğe tuz atmamaya başladıysanız,
  • En yeni elektronik cihazları nereden açacağınızı uzun uzun düşünüyorsanız,
  • Daha kalın giyinmeye başladıysanız,
  • Park ve Bahçeleri daha sık ziyaret ediyorsanız,
  • Erkenden uyumaya başladıysanız,
  • Haksızlıklara karşı daha cesursanız,
  • Sabahleyin olmanız gereken yerde ilk hazır bulunan sizseniz,
  • Çok konuşmaya başladıysanız,
  • Yaşınız sorulduğunda iki kez düşünüyorsanız,
  • Kendinizi yalnız hissediyorsanız,
  • Eski bayramları özlüyorsanız, bir öncekini bile:)
  • Etrafınızın çayır çimen olduğunu hatırlıyorsanız,
  • Daha çok ağaç dikmeye yada bahçeyle uğraşmaya başladıysanız,
  • Çok şikayet etmeye başladıysanız,
  • Kendinizden sonraki kuşaktan memnun değilseniz,
  • Eski günlerin daha güzel olduğunu düşünüyorsanız,
  • Bir işe başlamak için çok üşeniyorsanız,
  • Doktora daha sık gitmeye başladıysanız
  • Anlamsız bir iş için fazla hevesliyseniz,
  • Haberleri ve gazeteyi daha sıkı takip ediyorsanız,
  • Daha çok çay içmeye başladıysanız,
  • Hangi bitkilerin nelere faydalı olduğunu öğrenmekten kendinizi alamıyorsanız,
  • Kozmetik ürünler için daha çok para harcıyorsanız,
  • İnsanların neden savaştıklarını daha iyi anlamaya başladıysanız,, 
  • Verdiğiniz kararlardan daha kolay vazgeçmeye başladıysanız,
  • Yemekten sonra uykunuz geliyorsa,
  • Kendinize yeni uğraşlar arıyorsanız,
  • Yapmadığınız şeyler için pişmanlık duyuyorsanız,
  • Bilmece, bulmacaya ve fıkraya merak sardıysanız,
  • Eskiye nazaran daha pervasızsanız,
  • Her şeye söylenmeye başladıysanız,
  • Kendinizi yorgun hissediyorsanız,
  • İzlediğiniz çizgi filmleri başkaları hatırlamıyorsa, yada çizgi film izlememişseniz:)
  • Başarısız olsanız da sürekli espri yapmaya çalışmaktan vazgeçmiyorsanız,
  • Çevrenizdeki sorunlara daha duyarlı yaklaşıyorsanız,
  • Sokak hayvanlarına yem ve su vermeyi ihmal etmiyorsanız,
  • Şiir yazmaya başladıysanız,
  • Anlamını bilmediğiniz kelimelerin sayısı artıyorsa,
  • Küfürlü konuşmanız insanlara itici yerine sempatik geliyorsa,
  • Dini vecibeleriniz konusunda daha hassas davranıyorsanız,
  • Sevdiğiniz alışkanlıklarınız anlamsız gelmeye başlıyorsa,
  • Radyoda sevdiğiniz müzikleri bulmakta zorlanıyorsanız,
  • Çok sayıda kedi besliyorsanız,
  • Klişelere yakın duruyorsanız:)
  • Çocukları eskisinden daha çok seviyorsanız,
  • Küçük çocukların zekası sizi hayrete düşürüyorsa,
  • Kendinizden çok başkalarını düşünmeye başladıysanız,
  • Dünün yarından daha güzel olduğunu düşünmeye başladıysanız,
  • İçinizdeki büyük işler yapma arzusundan vazgeçmek üzereyseniz...

     Ya yaşlanıyorsunuz yada büyüyorsunuz demektir.

1 Kasım 2013 Cuma



Yaman Çelişkiler Part-2

*Doğada sayısız çeşit zehirli bitkinin var olduğu bilindiği halde doğal olan her bitki ve baharatın faydalı olduğunu sanmak. 

*Temizlik ve hijyen malzemelerinin doğayı feci şekilde kirletiyor olması.

*Tarihte ezilen halkların eline güç geçtiğinde onların da başkalarını ezmeye çalışması.

* Her bir şeyi yapıştırabilen en güçlü yapıştırıcıların kendi ambalajlarına yapışmıyor olması:)

*90 yıl sonra, artık baş örtüsü takmamanın değil, baş örtüsü takmanın özgürlük olması.

*Tuvaletin kapısının kitli olduğunu anladıktan sonra içeridekine "dolu mu?" diye sorulması.

*Ne kadar barışçıl olsanız da bazen kavganın kaçınılmaz olması.

*Metrobüs'ün tahsisli yoldan, Marmaray'ın ise tünelden geçmesi sebebiyle bildiğimiz otobüs ve trenin, uzay mekiği gibi lanse edilmesi. Başbakan; İmdat frenini çekip Marmaray'ı durduruyorlar:)

*Türk kahvesinin Türkiye'de yetişen bir kahve çekirdeği cinsi değilde yalnızca bir pişirme yöntemi olmasına rağmen yabancılara karşı övünç kaynağımız olması. Yani neredeyse her çeşit kahve çekirdeğinden yapmak mümkündür. Acayip lezzetlidir o ayrı.

*İnsanların binlerce yıl önce kendisine hizmet etmesi için evcilleştirdiği hayvanlara bugün evcil hayvan sahiplerinin hizmet ediyor olması.

*Futbol, tenis, masa tenisi, buz hokeyi,kriket gibi sporlarda uzun yıllardır milli takım başarısı olmayan ingilizlerin bu sporları kendilerinin icat etmiş olmaları.

*Dışarıda yediğimiz yemeklerin tamamına yakınını erkeklerin pişirdiğini yada hazırladığını gördüğümüz halde yemek yapan erkeğe ufo muamelesi yaparak hayretler içerisinde kalmak.

*Hayatında parmağına seçim boyası sürülmemiş birtakım insanların, gezi eylemleri sırasında demokrasiye karşı duyduğu özlemi polise taş ve havai fişek atarak belirtmesi.

*Kadınların meta olmasına karşı çıkan femen üyelerinin eylemlerinde son sözü daima memelerin söylemesi.  

*Futbolu sevmeyenlerin top ile sporcu sayısı arasındaki orantıya (1/22 ) göre sporun kalitesini belirlemeye çalışması. 

*Her milli bayramda devlet büyüklerinin baş ağrısı çekmesi.

*Çoçukken neredeyse bütün arkadaşların astronot olmayı istemesi fakat büyünce neredeyse hiç:) astronot arkadaşımızın olmaması. Neden vazgeçtiler acaba?:)  Türklerin Astronot, Kozmonot, Taykonot yada Spasyonot olamayacağını öğrenmiş olabilirler. İsme takılmayalım Gökmen olmakta havalıdır.

*Kurban bayramına vahşet diyenlerin bir kısmının bayramda et ikram edilen tabağın dibini sıyırması.

*Diğer sporlar insanları sağlıklı ve zinde tutuyorken Profesyonel Boks'un sağlığı tehdit eden bir spor olması.

*Her yıl İstanbulun üzerinden Kartal, Şahin, Atmaca, Leylek gibi bir çok göçmen kuş sürüsü geçtiği halde kafamızı kaldırıp gökyüzüne bakmak yerine kafayı telefona eğip kedi videosu izlemek. 

*Kuran'da geçen her ismin olumlu bir anlam taşıdığını düşünüp çocuklara manasız isimler koymak. 

*Saçın görünmesini engellemek için türban takanların, türbanın kabul görmediği yerde onun üzerine peruk takması. Fakat direkt saçın üzerine değil türbanın üzerine:)

*Baş örtüsü takan herkesi geri kafalı yada Atatürk düşmanı zannetmek. 

*İnsanların inançlarını doğduğu ailenin belirlemesi, çok az insanın farklı inançları araştırıp yatay geçiş yapması.

*Aslında bütün semavi dinleri neredeyse aynı olması hatta semavi olmayan bazı dinlerin felsefesinin bunlarla çok benzer olmasına rağmen farklı din ve mezheplere aşırı derecede ön yargı beslemek. 

*Yalnızca Arapça harflerin okunuşunun öğretilip, metnin anlamının öğretilmediği bu yüzden zaman kaybından başka bir şey olmayan Kuran kurslarının sayısının hızla artması.

*Türkiye'de inandığı dinin kitabını okumuş çok az insan olması, buna rağmen okuyucuların büyük çoğunluğunun daha çok sevap kazanmak uğruna anlamadıkları bir dilde bu işlemi gerçekleştirerek yalnızca bu işi yapmış olmak için yapmaları. Görev tamamlandı Mission Complete!

*İslam ile terörü aynı cümle içerisinde kullanmak oldukça anlamsızken biçok islami terör örgütünün varolması.

*Ateşli silahlarla avlanmanın hayvana kaçma şansı tanımayarak, haksız avantaj yarattığı halde bu tip avcıların kendini sporcu zannetmesi hatta kendileriyle gurur duyması.

 *Bazı hayvanat bahçelerinde kafese kapatılan hayvanları ziyaret ederek, Yunus gösterisi, sirk gibi hayvanlara binbir çeşit eziyetin yapıldığı yerlere çocukları götürerek onlara hayvan sevgisi aşılamak. Zahmet etmeyin sizin sevginiz yeter onlara...


24 Ekim 2013 Perşembe

   

Yaman Çelişkiler Part-1

*İnternete bağlanabilen, uygulama yüklenen telefonların akıllı olup bunu yıllardır yapabilen bilgisayarların halen akılsız olması.

*Saatte 61.200 km hızla giden Voyager 1'in ancak 36 yıl sonra terkedebildiği Güneş sistemimizi de içine alan Samanyolu galaksisi gibi en az 100 milyar galaksinin daha var olduğunu bildiğimiz halde evrende yalnız olduğumuzu düşünmek.

*İnternet üzerinden yazışan ve fotoğraf paylaşan insanların sosyalleştiklerini düşünmesi. 

*Yeteneksiz insanların yetenek yarışmalarında jüri olarak yeni yetenekler araması.

*İnsanlar arasında güzel denince akla ilk olarak kadın figürü geliyorken, hayvanlar dünyasında daha güzel, daha renkli ve gösterişli olanların erkek olması.

*Amerika'nın işgal ettiği her yer ülkeye barış getireceğini iddia etmesi.

*Sonradan görmelerin işemek için tuvalet yerine lavaboyu sorması ve bunu kibarlık zannetmesi. 

*Başbakanımızın milli görüş gömleğini çıkartması, çıkan gömleğin halen bulunamaması.

*Kokolinden yapılan Ülker çikolatalı gofretin üzerinde "Nefis" yazması.

*Alkolsüz biranın alkolsüz olmaması. Yani 0,5>0

*Arayan kişinin kendini tanıtmadan önce sizin kim olduğunuzu sorması.

*Geldiğinizin görüldüğü halde, "Geldin mi?" diye sorulması. 

*Metrobüse rağmen İETT'nin sloganının "Biz insan taşıyoruz" olarak kalması.

*Evlerini başkalarına temizleten hanımefendilerin bir kısmının sokakta köpeklerinin kakasını toplaması.

*İstisnasız her yıl birkaç modacının çıkıp "Bu sene pastel renkler moda" vurgusu yapması.

*Bir korsan cd satıcısı kadar sinema bilgisi olmayan Ömür Gedik'in hem televizyonda hemde gazetede sinema eleştirisi yapması. Hoş, yaptığı eleştirilerin de; bu film yaza damgasını vuracak yada sıcacık bir aile komedisinden, öteye gidememesi.

*Gözlük takmanın bazı durumlarda gözü tembelleştirerek göz kusurunu ilerletmesi. Gözlük takmamanın ise her halükarda göz kusurunu ilerletmesi.

*Kadın ruhundan en çok anladığı iddia edilen erkek modacıların tamamına yakınının cinsel tercihini erkeklerden yana kullanması.

*Klasik sanatların çok net bir güzelliği olmasına karşın modern sanatların kişinin yorumun açık olması. Böylece iyi olmayan birçok işin kendisini kolayca gizlemesi ve sürekli olarak arkasında felsefi bir yan aranması.

*Teröristlerden yakalanan mermilerle T.C. / Jandarma / Komando vs. yazılması.

*Paketin üzerinde "Çikolata" yazmasına rağmen ısrarla "çukulata" denmesi. 

*Doğal kaynaklar, madenler ve değerli taşlar bakımından en zengin anakara Afrika olduğu halde, halen sömürülmekte olan dünyanın en fakir insanlarının karakıta'da yaşıyor olması.

*Afrika'nın açlıkla, Amerika'nın obeziteyle mücadele etmesi. 

*Paketinde ağırlığı yazdığı halde cipsi kütlesine göre değilde paketteki havanın hacmine göre değerlendirilmek. Mevzu bahis olan havanın hacmi değilde kütlesi ise endişe etmeyiniz zira o hava cips tartıldıktan sonra pakete ekleniyor.

*En az maaşı alanların fiziksel olarak en çok yorulan, en çok maaşı alanların ise fiziksel olarak en az yorulanlar olması.

23 Ekim 2013 Çarşamba




     Dosya Masrafı

  • Başlık parası
  • Diş kirası
  • Kart aidatı
  • Hesap işletim ücreti
  • Sandık parası
  • Köprü geçiş ücreti
  • Özel iletişim vergisi :)
  • Telsiz kullanım ücreti
  • Makas kesmiyor (Açılışta/Nişanda)
  • Bıçak kesmiyor (Düğün pastası için)
  • Çalgı çalmıyor (Düğünde)
  • Hava parası
  • Kapı parası
  • Memura sakal
  • Süt hakkı
  • Yüz görümlüğü
İsteyen için renkli, ödeyen içinse acı verici ve sessiz. Tıpkı Munch'un çığlığı gibi...

22 Ekim 2013 Salı


3D ne Bandım!

  Üç boyutlu görüntü teknolojisi modern insanın manasız fantezilerinden yalnızca bir tanesidir. Sinema ve televizyondaki 3D görüntü teknolojisi geride bıraktığımız yüzyılda büyük mesafe kaydetmesine rağmen bugün geldiği noktada ne yazık ki gözü yormaktan ve dikkati dağıtmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Zaman içerisinde farklı tekniklerin kullanılmasından mütevellit dönem dönem moda olan ve sinema televizyon endüstrisine güzel bir pazar yarattığı için tekrar ısıtılıp önümüze konan bir pazarlama stratejisidir aynı zamanda. Yani filmin içerisinde size doğru gelen bir civata, top yada kelebek görmek için kocaman ağır gözlükler takmak zorundasınız. Tabi gözlük yağlı ve çizikse onu da göremeyebilirsiniz:) Bunu yaparken filmdeki birçok detayı da görememek ve filmi olduğundan daha karanlık izlemek de cabası. Zaten benim takıldığım asıl noktada bu. Yok ben almıyım, hali hazırda gözlük takıyorum zaten diyorsanız çok şanslısınız artık iki tane gözlüğünüz olacak. İşin kötüsü vizyona giren birçok önemli yapım yalnızca üç boyutlu gösteriliyor. Bu sebeple çok arzu ettiğiniz bir filmi sinemada izlemek istiyorsanız o gözlükleri takmanız icap ediyor. Animasyon filmleri her yaşa hitap etse de, yalnızca çocukları götüreceğiniz saçma çizgi filmlerde 3 boyutlu gösteriliyor. Gözlük 4 yaşındaki küçük efenin kafasında durmuyor çünkü hepsi standart, sanki her kafa standartmış gibi:) 

   Birkaç ay önce yaşadığım bir anektodu aktarmak istiyorum. Sinema biletini henüz almış gişeden uzaklaşıyorduk ki, kız arkadaşının elinden tutan yağız bir delikanlı hızlıca gişeye yöneldi ve şöyle söyledi; "Üç boyutlu izleyebileceğimiz ne var." İşte o anda zaman çok yavaş akmaya başladı. Adam resmen filmini değil boyutunu seçiyor, vay arkadaş! demek ki bu tip adamların oluşturduğu pazar yüzünden 3D çilesi çekiyoruz.  Ağır ağır dönüp arkadaşıma baktıktan sonra. Gandalf vari bir sesle "Etrafında gördüğün dünya 3 boyutludur genç adam, bunun için bilet almana yada gözlük takmana bile gerek yok." yada hafif bir ses tonuyla "Kardeş, giriş katında 7 boyutlu sinema var. onu bi deneyeydin eyiydi?" Diyecektim ki, Kızın yanında çocuğun karizması çizilsin istemedim. Bildiğiniz üzere halk arasında erkeğe çocuk denir. Yanında bir hanımefendi varsa yaptığı tüm aptallıklara da müsamaha gösterilir. Birçoğumuz kızların yanında aptallaştığımız için birbirimizi anlar ve destek oluruz. Bunu feminizm ile karıştırmamak gerek zira biz kendimizi düşünürüz, İleride benzer bir durumla karşılaşırsak aynı anlayışı göreceğimizi biliriz.



  2 boyutlu bir yüzeyde 3 boyut algısını yaratmak için her iki göze ayrı görüntüler gösterip bunların beyinde birleştirilmesi sağlanmaktadır. Bugüne kadar kullanılan temel prensip bu olmasına karşın kullanılan teknikler farklıdır; 

Anaglyph; Bildiğimiz kırmızı-mavi gözlük lan bu! dediğinizi duyar gibiyim. Sinemada, televizyonda ve dergilerde kullanılan en eski 3 boyut yöntemidir. Renkler sıklıkla birbirine karışır ve çoğu zaman işe yaramaz. Yine de çok popüler ve eğlencelidir. Youtube'daki videoların bir çoğunu bu gözlüklerle izleyebilirsiniz. Hiç takmadığım halde bende 3 tane var:)

Polarizasyon sistemi; Bildiğimiz Stereoscopic gözlük lan bu! demediğinize eminim. Aslında bu polarize gözlüğün ta kendisidir. 1950'lerden sonra 3 boyutlu sinemada sıklıkla kullanılan bir yöntemdir. Gözlük camı yalnızca dikey yada yatay ışığı alacak şekilde tasarlanmıştır. Görüntü de iki ayrı projeksiyondan yansıtılır. Gelen ışıklar camla aynı şekilde polarize olmuşsa filtreden geçebilir. Para çektiğimiz Atm'lerde ki güvenlik filmleri de bu prensiple çalışır. İçerisindeki dikey sutünlar karşıdan bakınca ışığı geçirir ama biraz yandan bakınca hiçbirşey göremezsiniz. İşte bu yüzden polarize gözlüklerle film izlerken yalnızca gözü değil kafayı da hareket ettirmek gerekir. Bu anlamda tenis maçı izlemekten pek farkı yoktur:)

Active shutter 3D; Televizyon ve sinemada kullanılan bir yöntemdir. Projeksiyondan yada televizyondan gelen sinyaller sol gözlük camını kapatırken sağı açar. Sağı kapatırken de solu açar. Sinemada sağ ve sol gözünüz için ayrı ayrı saniyede 24'er kare, televizyonda 25'er kare görüntü izlersiniz. 

Interfrence Filter; Her bir göz için farklı oranlarda karışması gereken kırmızı yeşil ve mavi rengi kullanır. Bir anlamda Anaglyph'nin gelişmiş versiyonudur. Bunun için ışığın dalga boyunu kullanan karmaşık bir sistemi olsa da polarize gözlükteki gibi gümüş filmler kullanılmadığı için daha ucuzdur.

Autostereoscopy; "Gözlüksüz 3D" olarakta bilinir. Ekrandaki piksellerin açısını sağ göze ve sol göze farklı görüntüler gelecek şekilde değiştirmiştir. Sağ gözünüzle gördüğünüz pikseli sol gözünüzle göremezsiniz. Bu aynı zamanda şu demek oluyor; Ekrana tam karşıdan ve belli bir uzaklıktan bakmak zorundasın. Nintendo 3ds te bu mantıkla çalışıyor. Ne yalan söyleyeyim bununla 3 boyutlu oyun oynamak gerçekten eğlenceli ve bu alet size retinanızı yakmanız için iyi bir fırsat sunuyor. Neyse ki 3d özelliği kısılabiliyor yada tamamen kapatılabiliyor.   

1894; William Friese Green 3 boyutlu film sürecini tanımlayan ilk patenti aldı
1915; Edwin S. Porter ve William E. Waddell kırmızı-yeşil  gözlüklerle bir izleyici testi yaptı
1922: İlk 3 boyutlu film olan "The Power of Love" isimli reklam filmi gösterildi.
1952: İlk renkli 3 boyutlu film olan Bwana Devil gösterime girdi.
1986: IMAX 3D sistemi Vancouver'daki Expo'86 fuarında tanıtıldı. 

  Öyle bir tüketim toplumunda yaşıyoruz ki, Düz ekran çıkınca televizyonları değiştirdik.  Plazma, Lcd, Full HD, Led derken, 3D çıktı tekrar değiştir. Şu sıralar 4K modası var. Yani Full Hdx2. Yakında 4 boyutlu televizyonlar çıkarsa hiç şaşırmam. Bence bu televizyonlar çok satar zira 4. boyutta zamanı büküp, kaçırdığınız programları izleyebilirsiniz. Hemde gözlüksüz:) 

Kaynaklar; NatGeo, The Guardian, IGN

18 Ekim 2013 Cuma


Bayram Klişelerinden Sağ Çıkma Rehberi


Şeker toplamaya gelen çocuklara alenen harçlık vermeyin. Aslında çocuklar karınca gibidir, tek başlarınayken oldukça zararsız ve sevimli yaratıklar olmalarına rağmen panik anında çok hızlı çoğalabilirler. Bununla birlikte tahrip güçleri de yükselir. Örnek vermek gerekirse 1 koloni çocuk koca bir mahalledeki şeker ve çikolata stoklarını 1 günde kurutabilir. Topladıkları şekerlerle kışı çok rahat atlatırlar. İçerisinde ihtiva ettiği yüksek enerji yüzünden şeker, çocuklar tarafından hızla emilir:) Nasıl bu kadar çabuk büyüdüklerini anlamak zor değil. Herneyse, çocuklara şekerle birlikte harçlık vermek gelenektir, yalnız harçlığı şekerle birlikte çaktırmadan torbalara atmalısınız. Şeker torbalarında para bulan çocuklar onu kimin verdiğini anlamayacaktır. Aksi taktirde para verdiğinizi gören çocuklar diğerlerine ışık hızıyla haber verecek gelen öncü birlikler de kapınıza işaret koyacakları için bayram boyunca ziliniz susmayacaktır. Çocuklar oldukça sosyal yaratıklardır. Çevrelerinin ne kadar geniş olduğuna inanamazsınız. Bayram harçlığı tarihin tozlu sayfalarına karışmadan önce bu keyfi yaşamak isteyen çocuklar civar semtlerden bile gelebilir:) 

En iyi savunma saldırıdır. Şimdi efendim klişelere yakın durun diye boşuna demiyoruz. Özellikle orta yaş ve üzerindekilere "ahhh ah nerede o eski bayramlar derseniz" onları can elinden vurmuş olursunuz. Ortam bir anda şeker reklamı hüznüne bürünür. Duygusallaşan yaşlılarımız buğulu gözlerinde flashback'ler gördüğünüzde, bu onların en zayıf anıdır. Derhal, "Geçen seneki bayram ne güzeldi, amma eğlendik ya!" diyerek onları tonik hareketsizlikten çıkartıp, kolaylıkla beyinlerine kısa devre yaptırabilirsiniz.

Spot ışıkları. 40 yılın başı bir gördüğünüz hatta daha önce varlığından haberdar olmadığınız akrabalarınızın bitmek tükenmek bilmeyen sorularına maruz kalmamak için ilgiyi başkasının üzerine çekin. Size sorulabilecek, Eee askerlik ne zaman? Okul ne zaman bitiyor? Okul bitince ne yapacaksın? Kız sen evde kaldın. Yok mu şöyle helal süt emmiş bir çocuk? Gibi benzer can sıkıcı soru ve görüşleri bertaraf etmek için ortamdaki bir çocuğu yada yaşı size yakın birinin ilgi odağı yapın. Bırakın mikrofonu ona uzatsınlar.

Yiyin evladım yiyin.Gittiğiniz her yerde istisnasız size bir şeyler ikram edilecek. En popüler ikramda elbette ev yapımı kütük baklava. Bugün çok tatlı yedik, şekerim yükseldi, yüzüm gözüm şişti gibi klişe cümlelerin faydası yok. İkramı yapacak olan kişi sizi duyamaz. Madem ki oraya misafir oldunuz bırakınız  şemsiye açılsın. Madem ki bu olacak, insanları üzmenin anlamı yok. Bir tane yiyin ve abartmadan çok güzel olduğunu söyleyin. Artık bahanenizi anlatabilirsiniz. Birden fazla tatlı yemeniz gerekiyorsa bir dilim limon rica edin. Limonun içerisinde bulunan sitrik asit tatlıyı dengeleyerek daha fazla yiyebilmenize yardımcı olur. Tıpkı tequila gibi önce baklavayı şat yapın ardından limonu yalayın. 

  Kurban bayramında taze et ikram ediliyorsa mesela ilk gün ve et sevseniz bile yemek istemiyorsanız hiç çaktırmayın. "Yahu bu et ne güzelmiş, hayvan kekik yemiş galiba, et değil lokum mübarek" gibi eti övecek cümleler kurup pilav ve salataya abanın. Bu arada hep aynı kanattan hücum ederseniz gözcüler sizi kolaylıkla fark edecektir. Arada "Nebahat teyze ellerine sağlık sende döktürmüşsün yine..." tarzında cümlelerle de akınlarınızı daha geniş bir yelpazeye yaymaya çalışın. Tabakta kalan etler içinde çok üzüldüğünüzü ancak daha fazla yiyemeyeceğinizi belirtin.

Manipülasyon
Bayram ziyareti uzarsa söz dönüp dolaşıp siyasete gelecektir. Özellikle yaşlılar siyaset konuşmaya bayılır. Günlük gazete okuyucusu değilseniz, İnternet'ten gündeme biraz çalışmakta fayda var. Aksi takdirde "Gençlerde iş bitmiş"e bağlarlarsa yandınız. Çok sıkışırsanız, "Bunların hepsi Amerikanın Oyunu" deyin. Herkes sırayla eteğindeki taşları dökecektir. Artık başka bir şey söylemenize gerek yok. Sırtınıza yaslanın ve anın tadını çıkarın. Yıllardır olur olmaz söylerim bu klişe lafı, şimdiye kadar beni hiç mahcup etmedi. Fakat söylerken dikkatli olmakta fayda var zira 2010 Dünya basketbol şampiyonası finalinde Amerika'ya kaybettiğimiz finalden sonra "Üzülmeyin yea, basketbol falan bunlar hep Amerika'nın oyunu" deyince az kalsın bir aile içi hesaplaşmaya kurban gidecektim.  Aman diyeyim.

Havalarda bozdu. Ortamdaki herhangi biri hava durumu ile ilgili bir cümle kurarsa anlayın ki artık konuşulacak hiçbir şey kalmamış. Çanlar sizin için çalıyor. Şansınız varsa ortamdan hızla uzaklaşın çünkü artık o muhabbet ölmüştür yani kalıp savaşmanın hiçbir anlamı yok. Eğer kaçma şansınız yoksa son kurşunu ateşleme vakti gelmiştir. Tam olarak şunu söyleyin, "Yahu, 87'de ne kar yağdı öyle." İnanın ben hayatımda bu kadar etkili çok az söz işittim. İnsanların bu konu hakkında ne kadar çok anısı olduğuna inanamazsınız. Bırakın, nasıl bir ay evden çıkamadıklarını, 20 gün işe gidemediklerini, sokaklarda umarsızca kaydıklarını anlatsınlar. Bayram yada değil, en tıkanık muhabbetleri açan anahtar cümledir bu. Ortam öyle çok renklenir ki resmen üzerinizde havai fişekler patlar. Kelebekler uçuşur, küsler barışır o derece. Düşünün bu zamana kadar bir Allah'ın kulu çıkıp da demedi ki "Evladım senin yaşın kaç, sen nerden hatırlıyosun 87'deki karı." Varın siz hesap edin:) 

14 Ekim 2013 Pazartesi


Aşk mı, Para mı?

  Yok artık, Klişeyiz dedik ama o kadar da değil:)




Kurban mı, Et mi?   

  • Kaç kilo et çıktı?
  • Eti biraz yağlı ama güzelmiş. 
  • Deriyi kime verdiniz? 
  • Hayvanı kaça aldınız?  
  • Siz kestiniz mi? Neye girdiniz? 
  • Bu nerenin hayvanı? 
  • Pahalı almışınız yahu! kilosu x liraya mı geliyor?
  • Bu hayvan besi değil belli kekik yemiş.
  • -Biz 2 hisse girdik. 
  • -Biz 3 hisse girdik. 
  • -Size kaç kilo et düştü,
  • -20 kilo düştü ama hep kemik
  • -Hımm az düşmüş sanki.
  • -Seneye düveye girelim yok camışa girelim

  Yukarıda yazanlar tamamıyla yaşanmış sohbetlerden alınmıştır. Biliyorum çok malzeme var lakin, bu dalga geçilmeyecek kadar ciddi bir mesele bence. Aslında eleştirmekte istemiyorum. Kurban bayramı demek; Yüzlerce kurbanlığın kesilirken birbirini gördüğü, çocukların kesim anını telefonuyla kayda aldığı, saatlerce et muhabbetinin yapıldığı, cami hocalarının cemaatten dakikalarca deri istediği, deriyi bağışladığınız yere göre siyasi kimliğinizin irdelenmeye çalışıldığı, parklarda, bahçelerde, sokaklarda kesimin yapıldığı, kesimden sonra etraftaki kanın ve sakatat parçalarının öylece bırakıldığı, bir an önce mangal yakma telaşına düşüldüğü, hiç bir ibadeti bu kadar arzulamayan insanların bu bayram dondurucusunu ağzına kadar etle doldurup yıl boyunca uygun fiyata tükettiği bir bayram değil. Derdimiz yalnızca et ise o zaman kasaptan et alıp yiyelim. Belki böylesi daha mı hesaplı bilmiyorum ki, birde ne güzel aksiyon oluyor işte... 

  İslamiyetinde diğer semavi dinler gibi Arap topraklarına gelmesi, ilk gelen ayette "Oku" demesi ve aradan geçen 1400 yılda bir tanecik kitabı ısrarla okumamamız oldukça enteresan. Halen o hoca ne dedi, bu hoca ne dedi deyip duruyoruz. Yoksa okuduk da yanlış mı anladık bilmiyorum ki? Oku ayetinden sonra birde "anla" mı yazmalıydı acaba...

  Şimdi kaç kişi kurban etini ihtiyaç sahiplerine dağıtıyor. Onu geçtim bu bir bayram değil mi? Büyüklerimizi en son ne zaman gördük. Eti de geçtim hadi en son ne zaman birine sadaka verdik. Yahu en son ne zaman bir yaşlıyı karşıya geçirdik onu da bir düşünelim. İhtiyaç sahiplerine et yada gıda maddesi almak için bayramı mı beklemeliyiz, bunları yıl içerisinde de alıp dağıtsak yine sevap olmaz mı? Elbette herkes böyle düşünmüyor, onlardan Allah razı olsun. Lakin bu işi reklama döken, yapığı iyilikle ihtiyaç sahibini rencide edene, "Show must go on" diyene bu yıl da cevabı aynı; Şimdi, efendim, Zıkkımın kökü...

  Yıllardır uzmanlar eti bekletmeden yemeyin çünkü mikroorganizmalar hayvan kesildikten sonra ki ilk 24 saat canlı kalıyor diyor ama 2 saat önce ayakta gördüğünüz hayvan bir bakıyorsunuz ki tabağa konup önünüze servis edilebiliyor. Et severler tavsiyem kurban etini mutlaka dinlendirsinler çünkü strese giren hayvanın sinirleri kasılmış olur bu da eti sertleştirir. Mümkünse arife günü, kurbanlığa sarımsaklı ve kekikli zeytin yağıyla masaj yapılmalıdır. Bu işlem kurbanlığın stresini azaltır eti de lokum gibi olur. Şimdiden Afiyet şeker olsun.

  Bu arada damak tadı iyi olanlar bilir bir hayvan ne yerse etinin tadı ona benzer, elbette bu insan için de geçerli, yani klişe deyimle; Ne yersek, O'yuz...