24 Ekim 2013 Perşembe

   

Yaman Çelişkiler Part-1

*İnternete bağlanabilen, uygulama yüklenen telefonların akıllı olup bunu yıllardır yapabilen bilgisayarların halen akılsız olması.

*Saatte 61.200 km hızla giden Voyager 1'in ancak 36 yıl sonra terkedebildiği Güneş sistemimizi de içine alan Samanyolu galaksisi gibi en az 100 milyar galaksinin daha var olduğunu bildiğimiz halde evrende yalnız olduğumuzu düşünmek.

*İnternet üzerinden yazışan ve fotoğraf paylaşan insanların sosyalleştiklerini düşünmesi. 

*Yeteneksiz insanların yetenek yarışmalarında jüri olarak yeni yetenekler araması.

*İnsanlar arasında güzel denince akla ilk olarak kadın figürü geliyorken, hayvanlar dünyasında daha güzel, daha renkli ve gösterişli olanların erkek olması.

*Amerika'nın işgal ettiği her yer ülkeye barış getireceğini iddia etmesi.

*Sonradan görmelerin işemek için tuvalet yerine lavaboyu sorması ve bunu kibarlık zannetmesi. 

*Başbakanımızın milli görüş gömleğini çıkartması, çıkan gömleğin halen bulunamaması.

*Kokolinden yapılan Ülker çikolatalı gofretin üzerinde "Nefis" yazması.

*Alkolsüz biranın alkolsüz olmaması. Yani 0,5>0

*Arayan kişinin kendini tanıtmadan önce sizin kim olduğunuzu sorması.

*Geldiğinizin görüldüğü halde, "Geldin mi?" diye sorulması. 

*Metrobüse rağmen İETT'nin sloganının "Biz insan taşıyoruz" olarak kalması.

*Evlerini başkalarına temizleten hanımefendilerin bir kısmının sokakta köpeklerinin kakasını toplaması.

*İstisnasız her yıl birkaç modacının çıkıp "Bu sene pastel renkler moda" vurgusu yapması.

*Bir korsan cd satıcısı kadar sinema bilgisi olmayan Ömür Gedik'in hem televizyonda hemde gazetede sinema eleştirisi yapması. Hoş, yaptığı eleştirilerin de; bu film yaza damgasını vuracak yada sıcacık bir aile komedisinden, öteye gidememesi.

*Gözlük takmanın bazı durumlarda gözü tembelleştirerek göz kusurunu ilerletmesi. Gözlük takmamanın ise her halükarda göz kusurunu ilerletmesi.

*Kadın ruhundan en çok anladığı iddia edilen erkek modacıların tamamına yakınının cinsel tercihini erkeklerden yana kullanması.

*Klasik sanatların çok net bir güzelliği olmasına karşın modern sanatların kişinin yorumun açık olması. Böylece iyi olmayan birçok işin kendisini kolayca gizlemesi ve sürekli olarak arkasında felsefi bir yan aranması.

*Teröristlerden yakalanan mermilerle T.C. / Jandarma / Komando vs. yazılması.

*Paketin üzerinde "Çikolata" yazmasına rağmen ısrarla "çukulata" denmesi. 

*Doğal kaynaklar, madenler ve değerli taşlar bakımından en zengin anakara Afrika olduğu halde, halen sömürülmekte olan dünyanın en fakir insanlarının karakıta'da yaşıyor olması.

*Afrika'nın açlıkla, Amerika'nın obeziteyle mücadele etmesi. 

*Paketinde ağırlığı yazdığı halde cipsi kütlesine göre değilde paketteki havanın hacmine göre değerlendirilmek. Mevzu bahis olan havanın hacmi değilde kütlesi ise endişe etmeyiniz zira o hava cips tartıldıktan sonra pakete ekleniyor.

*En az maaşı alanların fiziksel olarak en çok yorulan, en çok maaşı alanların ise fiziksel olarak en az yorulanlar olması.

23 Ekim 2013 Çarşamba




     Dosya Masrafı

  • Başlık parası
  • Diş kirası
  • Kart aidatı
  • Hesap işletim ücreti
  • Sandık parası
  • Köprü geçiş ücreti
  • Özel iletişim vergisi :)
  • Telsiz kullanım ücreti
  • Makas kesmiyor (Açılışta/Nişanda)
  • Bıçak kesmiyor (Düğün pastası için)
  • Çalgı çalmıyor (Düğünde)
  • Hava parası
  • Kapı parası
  • Memura sakal
  • Süt hakkı
  • Yüz görümlüğü
İsteyen için renkli, ödeyen içinse acı verici ve sessiz. Tıpkı Munch'un çığlığı gibi...

22 Ekim 2013 Salı


3D ne Bandım!

  Üç boyutlu görüntü teknolojisi modern insanın manasız fantezilerinden yalnızca bir tanesidir. Sinema ve televizyondaki 3D görüntü teknolojisi geride bıraktığımız yüzyılda büyük mesafe kaydetmesine rağmen bugün geldiği noktada ne yazık ki gözü yormaktan ve dikkati dağıtmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Zaman içerisinde farklı tekniklerin kullanılmasından mütevellit dönem dönem moda olan ve sinema televizyon endüstrisine güzel bir pazar yarattığı için tekrar ısıtılıp önümüze konan bir pazarlama stratejisidir aynı zamanda. Yani filmin içerisinde size doğru gelen bir civata, top yada kelebek görmek için kocaman ağır gözlükler takmak zorundasınız. Tabi gözlük yağlı ve çizikse onu da göremeyebilirsiniz:) Bunu yaparken filmdeki birçok detayı da görememek ve filmi olduğundan daha karanlık izlemek de cabası. Zaten benim takıldığım asıl noktada bu. Yok ben almıyım, hali hazırda gözlük takıyorum zaten diyorsanız çok şanslısınız artık iki tane gözlüğünüz olacak. İşin kötüsü vizyona giren birçok önemli yapım yalnızca üç boyutlu gösteriliyor. Bu sebeple çok arzu ettiğiniz bir filmi sinemada izlemek istiyorsanız o gözlükleri takmanız icap ediyor. Animasyon filmleri her yaşa hitap etse de, yalnızca çocukları götüreceğiniz saçma çizgi filmlerde 3 boyutlu gösteriliyor. Gözlük 4 yaşındaki küçük efenin kafasında durmuyor çünkü hepsi standart, sanki her kafa standartmış gibi:) 

   Birkaç ay önce yaşadığım bir anektodu aktarmak istiyorum. Sinema biletini henüz almış gişeden uzaklaşıyorduk ki, kız arkadaşının elinden tutan yağız bir delikanlı hızlıca gişeye yöneldi ve şöyle söyledi; "Üç boyutlu izleyebileceğimiz ne var." İşte o anda zaman çok yavaş akmaya başladı. Adam resmen filmini değil boyutunu seçiyor, vay arkadaş! demek ki bu tip adamların oluşturduğu pazar yüzünden 3D çilesi çekiyoruz.  Ağır ağır dönüp arkadaşıma baktıktan sonra. Gandalf vari bir sesle "Etrafında gördüğün dünya 3 boyutludur genç adam, bunun için bilet almana yada gözlük takmana bile gerek yok." yada hafif bir ses tonuyla "Kardeş, giriş katında 7 boyutlu sinema var. onu bi deneyeydin eyiydi?" Diyecektim ki, Kızın yanında çocuğun karizması çizilsin istemedim. Bildiğiniz üzere halk arasında erkeğe çocuk denir. Yanında bir hanımefendi varsa yaptığı tüm aptallıklara da müsamaha gösterilir. Birçoğumuz kızların yanında aptallaştığımız için birbirimizi anlar ve destek oluruz. Bunu feminizm ile karıştırmamak gerek zira biz kendimizi düşünürüz, İleride benzer bir durumla karşılaşırsak aynı anlayışı göreceğimizi biliriz.



  2 boyutlu bir yüzeyde 3 boyut algısını yaratmak için her iki göze ayrı görüntüler gösterip bunların beyinde birleştirilmesi sağlanmaktadır. Bugüne kadar kullanılan temel prensip bu olmasına karşın kullanılan teknikler farklıdır; 

Anaglyph; Bildiğimiz kırmızı-mavi gözlük lan bu! dediğinizi duyar gibiyim. Sinemada, televizyonda ve dergilerde kullanılan en eski 3 boyut yöntemidir. Renkler sıklıkla birbirine karışır ve çoğu zaman işe yaramaz. Yine de çok popüler ve eğlencelidir. Youtube'daki videoların bir çoğunu bu gözlüklerle izleyebilirsiniz. Hiç takmadığım halde bende 3 tane var:)

Polarizasyon sistemi; Bildiğimiz Stereoscopic gözlük lan bu! demediğinize eminim. Aslında bu polarize gözlüğün ta kendisidir. 1950'lerden sonra 3 boyutlu sinemada sıklıkla kullanılan bir yöntemdir. Gözlük camı yalnızca dikey yada yatay ışığı alacak şekilde tasarlanmıştır. Görüntü de iki ayrı projeksiyondan yansıtılır. Gelen ışıklar camla aynı şekilde polarize olmuşsa filtreden geçebilir. Para çektiğimiz Atm'lerde ki güvenlik filmleri de bu prensiple çalışır. İçerisindeki dikey sutünlar karşıdan bakınca ışığı geçirir ama biraz yandan bakınca hiçbirşey göremezsiniz. İşte bu yüzden polarize gözlüklerle film izlerken yalnızca gözü değil kafayı da hareket ettirmek gerekir. Bu anlamda tenis maçı izlemekten pek farkı yoktur:)

Active shutter 3D; Televizyon ve sinemada kullanılan bir yöntemdir. Projeksiyondan yada televizyondan gelen sinyaller sol gözlük camını kapatırken sağı açar. Sağı kapatırken de solu açar. Sinemada sağ ve sol gözünüz için ayrı ayrı saniyede 24'er kare, televizyonda 25'er kare görüntü izlersiniz. 

Interfrence Filter; Her bir göz için farklı oranlarda karışması gereken kırmızı yeşil ve mavi rengi kullanır. Bir anlamda Anaglyph'nin gelişmiş versiyonudur. Bunun için ışığın dalga boyunu kullanan karmaşık bir sistemi olsa da polarize gözlükteki gibi gümüş filmler kullanılmadığı için daha ucuzdur.

Autostereoscopy; "Gözlüksüz 3D" olarakta bilinir. Ekrandaki piksellerin açısını sağ göze ve sol göze farklı görüntüler gelecek şekilde değiştirmiştir. Sağ gözünüzle gördüğünüz pikseli sol gözünüzle göremezsiniz. Bu aynı zamanda şu demek oluyor; Ekrana tam karşıdan ve belli bir uzaklıktan bakmak zorundasın. Nintendo 3ds te bu mantıkla çalışıyor. Ne yalan söyleyeyim bununla 3 boyutlu oyun oynamak gerçekten eğlenceli ve bu alet size retinanızı yakmanız için iyi bir fırsat sunuyor. Neyse ki 3d özelliği kısılabiliyor yada tamamen kapatılabiliyor.   

1894; William Friese Green 3 boyutlu film sürecini tanımlayan ilk patenti aldı
1915; Edwin S. Porter ve William E. Waddell kırmızı-yeşil  gözlüklerle bir izleyici testi yaptı
1922: İlk 3 boyutlu film olan "The Power of Love" isimli reklam filmi gösterildi.
1952: İlk renkli 3 boyutlu film olan Bwana Devil gösterime girdi.
1986: IMAX 3D sistemi Vancouver'daki Expo'86 fuarında tanıtıldı. 

  Öyle bir tüketim toplumunda yaşıyoruz ki, Düz ekran çıkınca televizyonları değiştirdik.  Plazma, Lcd, Full HD, Led derken, 3D çıktı tekrar değiştir. Şu sıralar 4K modası var. Yani Full Hdx2. Yakında 4 boyutlu televizyonlar çıkarsa hiç şaşırmam. Bence bu televizyonlar çok satar zira 4. boyutta zamanı büküp, kaçırdığınız programları izleyebilirsiniz. Hemde gözlüksüz:) 

Kaynaklar; NatGeo, The Guardian, IGN

18 Ekim 2013 Cuma


Bayram Klişelerinden Sağ Çıkma Rehberi


Şeker toplamaya gelen çocuklara alenen harçlık vermeyin. Aslında çocuklar karınca gibidir, tek başlarınayken oldukça zararsız ve sevimli yaratıklar olmalarına rağmen panik anında çok hızlı çoğalabilirler. Bununla birlikte tahrip güçleri de yükselir. Örnek vermek gerekirse 1 koloni çocuk koca bir mahalledeki şeker ve çikolata stoklarını 1 günde kurutabilir. Topladıkları şekerlerle kışı çok rahat atlatırlar. İçerisinde ihtiva ettiği yüksek enerji yüzünden şeker, çocuklar tarafından hızla emilir:) Nasıl bu kadar çabuk büyüdüklerini anlamak zor değil. Herneyse, çocuklara şekerle birlikte harçlık vermek gelenektir, yalnız harçlığı şekerle birlikte çaktırmadan torbalara atmalısınız. Şeker torbalarında para bulan çocuklar onu kimin verdiğini anlamayacaktır. Aksi taktirde para verdiğinizi gören çocuklar diğerlerine ışık hızıyla haber verecek gelen öncü birlikler de kapınıza işaret koyacakları için bayram boyunca ziliniz susmayacaktır. Çocuklar oldukça sosyal yaratıklardır. Çevrelerinin ne kadar geniş olduğuna inanamazsınız. Bayram harçlığı tarihin tozlu sayfalarına karışmadan önce bu keyfi yaşamak isteyen çocuklar civar semtlerden bile gelebilir:) 

En iyi savunma saldırıdır. Şimdi efendim klişelere yakın durun diye boşuna demiyoruz. Özellikle orta yaş ve üzerindekilere "ahhh ah nerede o eski bayramlar derseniz" onları can elinden vurmuş olursunuz. Ortam bir anda şeker reklamı hüznüne bürünür. Duygusallaşan yaşlılarımız buğulu gözlerinde flashback'ler gördüğünüzde, bu onların en zayıf anıdır. Derhal, "Geçen seneki bayram ne güzeldi, amma eğlendik ya!" diyerek onları tonik hareketsizlikten çıkartıp, kolaylıkla beyinlerine kısa devre yaptırabilirsiniz.

Spot ışıkları. 40 yılın başı bir gördüğünüz hatta daha önce varlığından haberdar olmadığınız akrabalarınızın bitmek tükenmek bilmeyen sorularına maruz kalmamak için ilgiyi başkasının üzerine çekin. Size sorulabilecek, Eee askerlik ne zaman? Okul ne zaman bitiyor? Okul bitince ne yapacaksın? Kız sen evde kaldın. Yok mu şöyle helal süt emmiş bir çocuk? Gibi benzer can sıkıcı soru ve görüşleri bertaraf etmek için ortamdaki bir çocuğu yada yaşı size yakın birinin ilgi odağı yapın. Bırakın mikrofonu ona uzatsınlar.

Yiyin evladım yiyin.Gittiğiniz her yerde istisnasız size bir şeyler ikram edilecek. En popüler ikramda elbette ev yapımı kütük baklava. Bugün çok tatlı yedik, şekerim yükseldi, yüzüm gözüm şişti gibi klişe cümlelerin faydası yok. İkramı yapacak olan kişi sizi duyamaz. Madem ki oraya misafir oldunuz bırakınız  şemsiye açılsın. Madem ki bu olacak, insanları üzmenin anlamı yok. Bir tane yiyin ve abartmadan çok güzel olduğunu söyleyin. Artık bahanenizi anlatabilirsiniz. Birden fazla tatlı yemeniz gerekiyorsa bir dilim limon rica edin. Limonun içerisinde bulunan sitrik asit tatlıyı dengeleyerek daha fazla yiyebilmenize yardımcı olur. Tıpkı tequila gibi önce baklavayı şat yapın ardından limonu yalayın. 

  Kurban bayramında taze et ikram ediliyorsa mesela ilk gün ve et sevseniz bile yemek istemiyorsanız hiç çaktırmayın. "Yahu bu et ne güzelmiş, hayvan kekik yemiş galiba, et değil lokum mübarek" gibi eti övecek cümleler kurup pilav ve salataya abanın. Bu arada hep aynı kanattan hücum ederseniz gözcüler sizi kolaylıkla fark edecektir. Arada "Nebahat teyze ellerine sağlık sende döktürmüşsün yine..." tarzında cümlelerle de akınlarınızı daha geniş bir yelpazeye yaymaya çalışın. Tabakta kalan etler içinde çok üzüldüğünüzü ancak daha fazla yiyemeyeceğinizi belirtin.

Manipülasyon
Bayram ziyareti uzarsa söz dönüp dolaşıp siyasete gelecektir. Özellikle yaşlılar siyaset konuşmaya bayılır. Günlük gazete okuyucusu değilseniz, İnternet'ten gündeme biraz çalışmakta fayda var. Aksi takdirde "Gençlerde iş bitmiş"e bağlarlarsa yandınız. Çok sıkışırsanız, "Bunların hepsi Amerikanın Oyunu" deyin. Herkes sırayla eteğindeki taşları dökecektir. Artık başka bir şey söylemenize gerek yok. Sırtınıza yaslanın ve anın tadını çıkarın. Yıllardır olur olmaz söylerim bu klişe lafı, şimdiye kadar beni hiç mahcup etmedi. Fakat söylerken dikkatli olmakta fayda var zira 2010 Dünya basketbol şampiyonası finalinde Amerika'ya kaybettiğimiz finalden sonra "Üzülmeyin yea, basketbol falan bunlar hep Amerika'nın oyunu" deyince az kalsın bir aile içi hesaplaşmaya kurban gidecektim.  Aman diyeyim.

Havalarda bozdu. Ortamdaki herhangi biri hava durumu ile ilgili bir cümle kurarsa anlayın ki artık konuşulacak hiçbir şey kalmamış. Çanlar sizin için çalıyor. Şansınız varsa ortamdan hızla uzaklaşın çünkü artık o muhabbet ölmüştür yani kalıp savaşmanın hiçbir anlamı yok. Eğer kaçma şansınız yoksa son kurşunu ateşleme vakti gelmiştir. Tam olarak şunu söyleyin, "Yahu, 87'de ne kar yağdı öyle." İnanın ben hayatımda bu kadar etkili çok az söz işittim. İnsanların bu konu hakkında ne kadar çok anısı olduğuna inanamazsınız. Bırakın, nasıl bir ay evden çıkamadıklarını, 20 gün işe gidemediklerini, sokaklarda umarsızca kaydıklarını anlatsınlar. Bayram yada değil, en tıkanık muhabbetleri açan anahtar cümledir bu. Ortam öyle çok renklenir ki resmen üzerinizde havai fişekler patlar. Kelebekler uçuşur, küsler barışır o derece. Düşünün bu zamana kadar bir Allah'ın kulu çıkıp da demedi ki "Evladım senin yaşın kaç, sen nerden hatırlıyosun 87'deki karı." Varın siz hesap edin:) 

14 Ekim 2013 Pazartesi


Aşk mı, Para mı?

  Yok artık, Klişeyiz dedik ama o kadar da değil:)




Kurban mı, Et mi?   

  • Kaç kilo et çıktı?
  • Eti biraz yağlı ama güzelmiş. 
  • Deriyi kime verdiniz? 
  • Hayvanı kaça aldınız?  
  • Siz kestiniz mi? Neye girdiniz? 
  • Bu nerenin hayvanı? 
  • Pahalı almışınız yahu! kilosu x liraya mı geliyor?
  • Bu hayvan besi değil belli kekik yemiş.
  • -Biz 2 hisse girdik. 
  • -Biz 3 hisse girdik. 
  • -Size kaç kilo et düştü,
  • -20 kilo düştü ama hep kemik
  • -Hımm az düşmüş sanki.
  • -Seneye düveye girelim yok camışa girelim

  Yukarıda yazanlar tamamıyla yaşanmış sohbetlerden alınmıştır. Biliyorum çok malzeme var lakin, bu dalga geçilmeyecek kadar ciddi bir mesele bence. Aslında eleştirmekte istemiyorum. Kurban bayramı demek; Yüzlerce kurbanlığın kesilirken birbirini gördüğü, çocukların kesim anını telefonuyla kayda aldığı, saatlerce et muhabbetinin yapıldığı, cami hocalarının cemaatten dakikalarca deri istediği, deriyi bağışladığınız yere göre siyasi kimliğinizin irdelenmeye çalışıldığı, parklarda, bahçelerde, sokaklarda kesimin yapıldığı, kesimden sonra etraftaki kanın ve sakatat parçalarının öylece bırakıldığı, bir an önce mangal yakma telaşına düşüldüğü, hiç bir ibadeti bu kadar arzulamayan insanların bu bayram dondurucusunu ağzına kadar etle doldurup yıl boyunca uygun fiyata tükettiği bir bayram değil. Derdimiz yalnızca et ise o zaman kasaptan et alıp yiyelim. Belki böylesi daha mı hesaplı bilmiyorum ki, birde ne güzel aksiyon oluyor işte... 

  İslamiyetinde diğer semavi dinler gibi Arap topraklarına gelmesi, ilk gelen ayette "Oku" demesi ve aradan geçen 1400 yılda bir tanecik kitabı ısrarla okumamamız oldukça enteresan. Halen o hoca ne dedi, bu hoca ne dedi deyip duruyoruz. Yoksa okuduk da yanlış mı anladık bilmiyorum ki? Oku ayetinden sonra birde "anla" mı yazmalıydı acaba...

  Şimdi kaç kişi kurban etini ihtiyaç sahiplerine dağıtıyor. Onu geçtim bu bir bayram değil mi? Büyüklerimizi en son ne zaman gördük. Eti de geçtim hadi en son ne zaman birine sadaka verdik. Yahu en son ne zaman bir yaşlıyı karşıya geçirdik onu da bir düşünelim. İhtiyaç sahiplerine et yada gıda maddesi almak için bayramı mı beklemeliyiz, bunları yıl içerisinde de alıp dağıtsak yine sevap olmaz mı? Elbette herkes böyle düşünmüyor, onlardan Allah razı olsun. Lakin bu işi reklama döken, yapığı iyilikle ihtiyaç sahibini rencide edene, "Show must go on" diyene bu yıl da cevabı aynı; Şimdi, efendim, Zıkkımın kökü...

  Yıllardır uzmanlar eti bekletmeden yemeyin çünkü mikroorganizmalar hayvan kesildikten sonra ki ilk 24 saat canlı kalıyor diyor ama 2 saat önce ayakta gördüğünüz hayvan bir bakıyorsunuz ki tabağa konup önünüze servis edilebiliyor. Et severler tavsiyem kurban etini mutlaka dinlendirsinler çünkü strese giren hayvanın sinirleri kasılmış olur bu da eti sertleştirir. Mümkünse arife günü, kurbanlığa sarımsaklı ve kekikli zeytin yağıyla masaj yapılmalıdır. Bu işlem kurbanlığın stresini azaltır eti de lokum gibi olur. Şimdiden Afiyet şeker olsun.

  Bu arada damak tadı iyi olanlar bilir bir hayvan ne yerse etinin tadı ona benzer, elbette bu insan için de geçerli, yani klişe deyimle; Ne yersek, O'yuz...

 İlaç mı, Zehir mi?

  Aslında bütün ilaçlar birer zehir, onları faydalı yapan şey ise kullanım dozları. Kronik ağrıları dindirmek için kullanılan ilaçların bağımlılık yaptığı biliniyor. Son yıllarda tüm dünyada ilaç bağımlılığı hızla artıyor. Örneğin Amerika'da son 10 yılda uyuşturucu etkisi olan ağrı kesicilerden kaynaklanan ölümler 3 kat artmış. (Popular Science)

  Benim bir komşum 2 yıldan uzun süredir, ayda 20'den fazla ağrı kesici tüketiyor bu da onu teknik olarak bir ilaç bağımlısı yapmakta. İlaçlara bonibon yada m&m's muamelesi yaparak kronik ağrılarını dindirmek için kendine farklı ilaçlardan kokteyller hazırlıyor. Fakat ağrı kesiciler yalnızca kısa süreli bir rahatlama sağlayabiliyor. Bu arada doktorunun söylediğine göre sürekli kullandığı antibiyotikler de bağışıklık sistemini zayıflatmış. Yani artık daha kolay hastalanıyor ve daha çok ilaç tüketme fırsatı yakalıyor. Öte yandan, bizim ağrı kesici olarak bildiğimiz analjezik maddeler merkezi sinir sistemini uyuşturarak ağrıyı bir süreliğine unutmamızı sağlar. Ama aslında ağrının bir yere gittiği yok. Basit anlamıyla ağrı kesici=uyuşturucu. Zevk verici olarak bilinen uyuşturucudan farkı ise yine kullanım dozajı ile ilgili. 



  Bugün kullanımı yasa dışı olan birçok uyuşturucu madde aslında piyasaya ilaç olarak sunulmuş ürünlerdir. Eroin ilk kez 1874 yılında tıp fakültesinde çalışan ingiliz bir kimyager C.R. Alder Wright tarafından sentezlendi. Kimyager Felix Hoffman eroini yeniden sentezleyerek bir adım öteye taşıdı ve 1897 yılında ise Alman ilaç devi "Bayer" tarafından "Heroin" ismiyle satılmaya başlandı. (İlacı deneyen bir kimyagerin kendini kahraman sanmasından sonra ilaca bu ismin verildiği rivayet edilir.) Bu alandaki bir diğer klişe ise Freud'un yaşlı, çocuk tüm hastalarına yıllarca kokain yazmasıdır. Kokainin ham maddesi ise Güney Amerika'da yetişen koka bitkisinin yapraklarıdır. Atlanta'lı bir eczacı olan Dr. John S.Pemberton'un 1886 yılında yaptığı şifalı şurubuna da koka yaprağı eklediği söylenir. İçerisinde halen koka var mı bilmem ama o şifalı karışıma bugün Coca-Cola diyoruz:) Zaten İlk yıllarda yeşil olan Coca-cola taklitlerinin yapılmaya başlamasıyla stratejik bir müdahale yaparak rengini siyaha çevirmiştir. Nasıl "Viagra" ilk zamanlar kalp ilacı olarak satıldıysa, Ecstasy'de ilk kez 1912 yılında Alman "Merck" firması tarafından üretiliyor ve ilerleyen yıllarda eczanelerde iştah kesici yani zayıflama hapı olarak satılıyor.

  En kuvvetli uyuşturucu olarak bilinen metamfetamin halen ABD eczanelerinde Desoxyn ismiyle satılmaktadır. 1887 yılında amfetamin'in sentezlenmesinden sonra bu madde,1893'te Nagaya Nagayoshi tarafından sentezlenmiştir. 1919'da yine bir japon kimyager tarafından kristalize edilerek saflığı arttırılmıştır. (Bkz. Crystal Meth) Metamfetamin tıpkı Ecstasy gibi uyuşturucu değil uyarıcı bir maddedir aslında ve büyük ölçüde bağımlılık yapma riski taşımaktadır. Birde blue crystal meth vardır ki onu hiç sormayın:) 

  1. Dünya savaşında yaralı askerlerin ağrılarını dindirmek için eroin kullanılıyor fakat ilerleyen yıllarda bu ilacın yüksek derecede bağımlılık yapan bir uyuşturucu olduğu keşfediliyor. 2. dünya savaşında ise ingiliz askerlerine bu sefer eroin gibi bağımlılık yapmadığı düşünülen morfin dağıtılıyor. Morfin, eroin sentezinde kullanılan ve içerisinde %10-12 arsında ham afyon bulunduran bir alkaloid. Aslında bu morfinin kullanıldığı ilk savaş değil zira daha önce Amerikan iç savaşında yine ağrı kesici olarak kullanılmış. İlk kez 1804 yılında Alman bir eczacı tarafından bulunan bu kimyasal karışım halen tıbbi müdahalelerde kontrollü bir biçimde kullanılıyor.

Uyuşturucular yalnızca tıbbi amaçlar için kullanılmadı. 1. dünya savaşında Japonlar Çin'de, Almanlar Fransa'da direnişi kırmak için uyuşturucuyu sistematik olarak yaydılar. Yine Almanya'da 2. dünya savaşı sırasında nazi subayları cesaret kazanmaları için askerlere amfetamin dağıtıyor. Aynı sebeple Vietnam savaşı sırasında Amerikan askerlerine çeşitli uyarıcı maddelerin verildiği biliniyor.

Yasal Eroin Fabrikaları
  1926 ve 1929 yılları arasında İstanbul'da Devlet destekli 3 adet eroin fabrikası kurulmuş. Hemde bu maddenin zararları çoktan anlaşılmasına ve yasaklı maddeler sınıfına sokulmasına rağmen (Bkz. 1912 Lahey afyon sözleşmesi). Genç cumhuriyetimiz için harikulade bir gelir kapısı olan eroin fabrikaları ve afyon ticareti sayesinde 1929'daki ekonomik buhranı ucuz atlattığımız söylenir. Atatürk'ün yıllarca süren yoğun cabası neticesinde 1931 yılında Cenevre'ye bir heyet gönderilerek uyuşturucu ile mücadele resmi olarak başlatılmış oluyor.



  Dünya genelinde uyuşturucu trafiğine engel olunamamasının en önemli sebebi uyuşturucu maddelerin içerisinde bulunması gereken bitki özlerinin aynı zamanda bazı ilaçların da ham maddesi olmasıdır. Yani bir adamın Hint keneviri yada afyon tarlası olması onun uyuşturucu ticareti yaptığını göstermiyor. İşin kötü yanı yapmadığını da göstermiyor. Böylece Birleşmiş Milletler' in ilaç endüstri için izin verdiği kotanın çok daha fazlası kaçak şekilde üretilebiliyor. Yani kötü niyetli kişiler bu durumu bir maske olarak kullanıyor. Velhasılkelam son yıllarda sentetik uyuşturucu ve uyarıcı maddelerin kullanımının artması, uyuşturucu yapanların izlerini sürmeyi biraz daha zorlaştırmış oldu.

  Ne ilgiçtir ki, bugün başta ağrı kesiciler olmak üzere satın aldığımız birçok ilaç yarın yasaklanabilir. 60'lı yıllarda doktorların sigarayı nasıl övdüğünü ve faydalarını anlatarak reklam yaptığını da biliyoruz. Hoş, bugün insanlara kesinlikle sigara içmemesini tembihleyen birçok doktorun elinden sigarayı düşürmemesi de oldukça ironik:) Ne yazık ki ilaçların uzun vadeli yan etkilerini ve zararlarını bilemiyoruz. Fakat bu durum ilaç kullanmamalıyız anlamına gelmiyor elbette. Yalnızca çok gerekli durumlarda ilaca başvurmamız sağlığımız açısından daha faydalı olacaktır.  

  Üniversitede bile hiç ummadığım gençlerin uyuşturucuyu övdüğüne şahit oldum. Yaşları öyle çok küçük falan da değil. Genellikle bir grubun içerisinde yer almak ve büyüdüğünü göstermek isteyen, olmadığı biri gibi davranan kişiliği oturmamış tipler bunlar. İnsanların önce daha basit maddelerle arkadaş ortamına ayak uydurmak için başladığı bu alışkanlık kısa sürede daha etkin maddelerin kullanımı tetiklemektedir. İster esrar/marijuana gibi organik, isterse bonzai gibi sentetik ürünler olsun, (ki sentetik olanlar çok daha tehlikelidir.) bunlar bir süre sonra, eroin, amfetamin, extcasy, metamfetamin yada buna benzer çok daha zararlı maddelere geçiş için uygun ortam hazırlamaktadır. Evet bu bildiğimiz bir senaryodur, klişedir ama kötü bir klişedir. Burada uyuşturucun zararından bahsetmem gereksiz olur. Bu sebeple bilimsel verilerden ve yaşanmış vakalardan ders alınması gerekir. Bence uyuşturucuyu övmek onu kullanmaktan çok daha aptalcadır. Unutmamak gerekir ki, hiçbir uyuşturucu masum değildir. Çok ihtiyacımız olmadığı halde alışkanlık olarak aldığımız ağrı kesiciler bile...


Kaynaklar; www.kom.gov.tr, Hafif.org

12 Ekim 2013 Cumartesi



  Kaka Avcıları

  Köpekler en sevimli dostlarımız hatta kimi köpek sahiplerine göre onlar ailenin bir ferdi konumundalar. Fakat yaşadığımız şehirler köpeklerin doğasına oldukça aykırı mekanlar. Öte yandan 314 köpek cinsinin büyük bir kısmının köpek yetiştiricileri ve genetikçiler yani insanlar tarafından, istenen özellikler elde edilinceye kadar farklı ırkların çiftleştirilmesi ile elde edilmesi daha da ironik. Evcil bir köpek doğal olarak yaşadığı bu yabancı toplumun kurallarını bilmez. Sokakta kakasını yaparsa onu çöpe atamaz bu yüzden bu iş sahibinin görevidir. Tıpkı bir bebekle ilgilenirmiş gibi. Tek fark, insan yavrusunun büyüyünce etrafta kaka yapmayı bırakıyor olmasıdır. (Bkz. Gülü seven dikenine katlanır.)
  Büyük şehirlerin başı köpek kakasıyla dertte. Paris ve Viyana gibi şehirlerde sokaklardan günde 10 ton köpek kakası toplanıyor. Paris'te "Moto Crottes" denilen araçlarla yapılan temizliğin maliyeti yılda 4.5 milyon Euro'yu bulunca 2002 yılında şehir yönetimi isyan ederek 20 senedir sokaklardan kaka toplayan araçları emekli etti. Bu araçlar ilk kez 1982'de Jacques Chirac'ın belediye başkanı olduğu dönemde kullanılmaya başlanmıştı. Yamaha marka motosikletlerin her biriyle günde 100 kilogramdan fazla kaka toplayabiliyordu. Bunun yerine bizdeki "mobese " benzeri kapalı devre kameralar ve sokaklarda ceza yazan müfettişler bayrağı devralmış oldu. Şehirde 20.000 köpek sahibi var bu da kolay bir işi değil elbette. Paris sokaklarında görev yapan 90 müfettişin çalışma saatleri akşam 8'de bittiği için ortalığı yine bok götürmüş olacak ki, Paris belediyesi kaka avcılarının mesaisini 23:30'a uzatmış. Olur da köpeğiniz kaka yaparsa ve onu yerden almazsanız ilk kez için 183€  sonrakiler içinse 450€ ceza yazıyor bu abiler. Ceza almamak için köpeğinin kıçına bez bağlayanlar bile var.

  Londra'da "Poover" denilen 240 litre hacminde kaka toplayabilen elektrikli süpürge benzeri araçlardan küçük bir ordu kurulmuş. Hatta BBC'nin haberine göre Paris'in köpek kakası yüzünden olimpiyatları Londra'ya kaptırdığı bile konuşuluyormuş. Öyle ki literatüre Paris sendromu olarak geçen ve daha çok Japon turistlerde görülen psikolojik rahatsızlığın sebeplerinde bir de bu kaka meselesiymiş efendim.

  Adada yaşayan 8 milyon köpek hergün İngiltere topraklarına 1.000 ton kaka bırakıyor. Neticede bu durum hastalıkların artmasında ve kedi köpek bağırsaklarında yaşayan Parazitlerin insana bulaşmasına yol açabiliyor. (Bkz. Toxocariasis/Toksokariazis) Hele bir de eve ayakkabıyla giriyorsanız parazitlerin sıcak bir yuva bulmasına yardımcı oluyorsunuz demektir.

  Viyana'nın köpek kakası temizliği için harcadığı para 7 milyon Euro ve bunun sadece 2 Milyonu cezalardan karşılanıyor. Roma'da ceza 100 Euro iken İngiltere'nin bazı bölgelerinde 1400 Euro'ya kadar çıkıyor. Farkın yüksek olmasında Euro/Sterlin paritesinin etkisi de var:) Bazı şehirlerde yanında küçük poşetler bulunan kaka kutuları bile var. Bu alanda yapılan bazı tasarımlar ise şöyle; "Ashpoopie", "Poop-Freeze", "Poop-up", "Clean-Pick" (Çöpe giden kakaları geri dönüşüm merkezlerinde ne yapıyorlar acaba? belki onlarda köpek kakalarını kendi çöplerine atıyordur ve zincirleme bir reaksiyon oluşuyordur:) Muhtemelen organik atıklarla birlikte gübre oluyordur sanırım. yoksa kanalizasyona mı döküyorlar...)

  Bizim diğer metropollerden ne eksiğimiz var. İstanbulda'da köpek pislikleriyle sıklıkla karşılaşır oldum. Köpeğinin kakasını toplamayan sözde hayvan sever ama insan sevmez organizmaları kesinlikle uyarmak gerek. Hoş bu zamana kadar uyarıma kulak asan olmadı ama utanmaları gelecek için umut vaat edici. Parkta bebeğinizin kakayla oynadığını düşünsenize. Yurt dışında bu vahim manzarayla karşılaşan anne babalar olmuş. Bu gidişle bizde yaşanması da yakındır.
  
  Köpeklerde tıpkı insanlar gibi karakter sahibi canlılar, bazılarının kimliği bile var fakat yinede yaptıkları davranışlardan sahipleri sorumlu, çünkü onları ait olmadıkları bir ortamda yaşamaya zorlayan bizleriz. Birini ısırdığı için yada sokağa kakasını yaptığı için bir köpeğe ceza yazamazsınız, yazsanız da pek umursamayacaktır zaten. Öyle olmasa durum cidden komik olurdu. Örnek;

-Tüm ekiplerin dikkatine; Taksim meydanında kaka ihbarı var, eşgali veriyorum siyah teriyer tekrar ediyorum siyah teriyer, 3 yaşlarında, Harbiye  yönüne doğru koşarak uzaklaşmış.

-Komserim kaka halen sıcak yani izler taze. Bence fazla uzağa gitmiş olamaz.
  
Kaynaklar;

bbc, Independent-1, Independent-2, çshd

8 Ekim 2013 Salı



  Genç Yetenekler

* Yazarlık benim için bir yaşam tarzıdır. Ben, okumayı dahi kendi yazdığım deneme ve makalelerden öğrendim. 

* Müteahhit olmam tesadüf değil, küçükken yüzmek yerine kumsalda diğer çocuklara kumdan kaleler yaptırırdım.

* Babam Türkiye'nin önde gelen iş adamlarından.Yani ticaret benim kanımda var. İlk okulda arkadaşlarıma kalem silgi satardım. Babam ünlü bir iş adamı olmasaydı bile ben yine de çok zengin olurdum. 

* 8 yaşındayken müzik öğretmenim tarafından keşfedildim. O günden beri sahnelerdeyim. Zaman öyle hızlı geçiyor ki anlatamam. Halbuki İlk şarkımı daha dün gibi hatırlıyorum, Dile kolay, bugün tam 1 yıl olmuş...

* Benim için tiyatro vazgeçilemez bir tutkuydu adeta... Kız kardeşimle birbirimize  sakal bıyık çizer akşamları mahalleliye hacivat- karagöz oynardık.

* Şarkı söylemeye 4 yaşında başladım. Bir yıl sonra arkadaşlarımla bir grup kurduk ve sahne tozu yuttuk. Albüm sahibi olduğumuzda ben 6 yaşındaydım. Ara sıra o albümdeki fotoğraflara bakıp eski günleri yad ederiz. 

* İlk tasarımımı 3,5 yaşındayken mimar olan annemin boya kalemleriyle koltukları boyayarak yapmışım. 

* Aslında mutfakta doğmuşum. Anne sütü oldukça lezzetli ve hoş bir rayihaya sahipti fakat sonraki birkaç yıl kendi mamalarımı kendim hazırlardım.

* Doğuştan futbolcuyum, tekme atmaya daha doğrusu orta yapmaya anne karnında başlamışım.

* Kardeş adaylarımdan çok daha hızlı olduğumu biliyordum. İlk yarışımı kazandığımda iyi bir yüzücü olduğumu kanıtlamış oldum. Bugün ülkeme madalya kazandırdığım için mutluyum. Aileme çok teşekkür ediyorum. O yarışa girmeseydim hiç bir zaman fark edilmeyebilirdim.

* Öncelikle C-vitamini olup insanları soğuk alğınlığından korumayı hedefledim. Çok şükür artık oldukça başarılı bir hekimim.

3 Ekim 2013 Perşembe


   Bi Tur Versene Pampa!

     Siyasilerin araç tutkusunu bilmeyen yoktur. Denizaltıdan, Tramvaya, çöp kamyonundan güneş enerjili arabaya kadar her türlü aracın koltuğuna oturup basına poz vermeye bayılır bu zat-i muhteremler. Bütün olay gövde gösterisi ve küçük dağların temellerini bizim belediyemiz attı vurgusu yapmak. (Bkz. Show Business)  Tıpkı yarısı bitmiş inşaata yalandan kürekle toprak atmak suretiyle sembolik temel atma törenlerine katılmak veya 15 kişinin aynı anda kurdele keserek açılış yapması gibi. Örnekler çoğaltılabilir ama asıl ilginç olan nokta koskoca adamların tıpkı, 23 nisanda bir günlüğüne başbakan olmuş çocuk gibi sevinirken yüzlerinde garip bir tebessüm peydah olmasından mütevellit devlet adamından ziyade oyuncaklarıyla oynayan çocuklara benziyor olmaları. Atlı karıncaya biner gibi binilen bu araçlarla kaza tehlikesi atlatarak akşam haberlerine konu olmuş siyasetçilerde mevcut. 



    Korkuyorum yarın öbür gün uzay mekiği  falan yapsak onu da kullanmak isteyecek bu adamlar. Yeri geldi mi "Bi tur versene pampa! yörüngeye oturayım" yada "Hacı, stratosferin ordan dönücem valla, Çin seddi gözüküyo mu diye bakıcam"  demesi işten bile değil.

2 Ekim 2013 Çarşamba



Asrın Projesi

Marmaray:              Açılış tarihi; 29 Ekim 2013 

Daha öncekiler için; 

 Londra Metrosu:    Açılış tarihi;  10 ocak 1863 

 Çin seddi:                Açılış tarihi;  M.Ö. 206 

 Keops piramidi:     Açılış tarihi;  M.Ö. 2500